Elnaril her zaman bir kaosa sürüklenmiştir. Burada güç hırsı ve zulmün kuşaklar boyu nasıl devam ettiğini size anlatmaya çalıştım. Öykü, zalimliği ve acımasızlığıyla tanınan ateş elfi kraliçesi Merialeth Norra’nın, aynı diyardaki krallıkları fethetmesiyle başlar. Norra, tıpkı iki yüz elli bin kış önceki atası Shandalar gibi gücü ele geçirmek ve toprak bütünlüğünü sağlamak için kan, entrika ve kaba kuvvet kullanır. Ne kadar alışkınız bu terimlere ve uygulamalara değil mi?
Bu Elnaril’de şaşırılan bir şey değil. Çünkü güç için kendi ailelerini bile feda eden ateş elflerinin doğasında var bu, bir yasa bellemişler.
Shandalar’ın acımasız fetihlerinin önüne geçen birisi daha var. Her kötünün karşısında daima bir iyi olur, ama bazen gri de kalır bu kalıp. Yine de öyküyü okurken, Elnaril’de, Buz Ejderhalarının Efendisi’nin soyundan geldiğini iddia eden Kılıçların Kraliçesi Merhild ile olan mücadelesine taşınırız. Merhild, zarafetiyle ve iyilik için savaşan bir kahraman sıfatıyla Shandalar’ın zulmüne set çeker âdeta.
Okurken karşılaşacağınız doruk noktası, Merialeth Norra’nın da atalarının kaderiyle yüzleşmesidir.
Tiranlık ve zulüm, er ya da geç kendi sonunu getirir. Bu güç hırsının, felaketle sonuçlanan bir lanetidir.
TİRAN KRALİÇE
Cepheyi ölü bedenler, kılıçlar ve kalkanlar örtüyordu. Kırmızı ve siyah bir zamanlar trajik bir iç savaşın eşiğine gelen muazzam bir buğday tarlasının yeni renklerini oluşturuyordu. Başka bir gün yakındaki bir köyden rüzgarla gelen fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusuyla dolması gereken hava, artık sadece ölümün kokusu ve ölenlerin çığlıkları için bir tuvaldi.
Yaşam tarzları ve inançları arasındaki farklardan ötürü birbirleriyle cenk eden iki düşman krallığın galibi Tiran lakaplı kraliçe oldu. Yerde ölü ve ağır yaralı yatan savaşçıların yaşam ve ölüm arasındaki kumarı bilmenin hiçbir yolu yoktu. Muharebe hem doğa hem de insanlık üzerindeki en büyük felakettir. Ancak, bu felaketin kaynağı yeryüzünü haksız yere sahiplenenlerdi.
Tiran Kraliçe Merialeth Norra bir ateş elfiydi. Elnaril diyarında ateş elfleri zalimlikleri ve vurdumduymazlıklarıyla tanınıyordu. İnsanlardan daha uzun ve ince bedene sahiplerdi. Ateş Tanrıçası Otris’in yolunu izledikleri için onlara ateş elfi deniyordu.
Merialeth Norra, ordusuyla Elnaril’in batısında konumlanmış Enathlian Krallığına saldırdığında, Enathlianlıların bu saldırıdan haberi bile olmadı. Tiran Kraliçenin ordusu tamamen ejderhalardan oluşuyordu. Enathlian Ordusu ise toprak elflerinden kuvvetli ve iyi donanımlı piyade ve süvarilerdi. Otris, kendisine hizmet etmeleri karşılığında onlara muharebelerde ihtiyaç duydukları ejderhaları yaratıyordu. Norra’nın hükmettiği kuzey, güney ve doğu krallıklarının her birinde bir Ateş Ejderhası Tapınağı inşa edildi. Ateş Ejderhaları sadece Merialeth Norra’ya hizmet ediyorlardı.
Norra, Ateş Ejderhaları’nın en yüksek rütbesine atadığı Ejderha Efendisi Sonsuz Alev Ayrventh’e tek emir veriyordu.
“Öldür!”
Bir Tiran, hangi kültürde yetişmiş olursa olsun, fiilleriyle her zaman aynıdır; yasalarla sınırlandırılmayan mutlak bir yönetici veya meşru egemenliği daima elinde tutan kişi olarak Norra da bu tanıma uyuyordu. Enathlian’a yarım saatlik yürüme mesafesindeki bir tarlada cereyan eden muharebe onun son muharebesiydi. En azından zalimliklerinin sonuncusuydu. Elde ettiği zaferin ardından Elnaril’de fethedilecek toprak kalmadı. Toprak bütünlüğünü kan, entrika ve zalimlikle sağladı. Muharebenin ardından Nelhshar’a döndü. Nelhshar, Merialeth Norra’nın tiranlığını ilan ettiği hükümranlığının başkentiydi. Norra, öz babası Glorandal Aevalur’u öldürerek krallığın kontrolünü iki yüz kırk yedi kış önce ele geçirdi. Ateş elflerinin güç uğruna entrikalara kalkışmaları Elnaril’de yeni değildi. Zira bu yasa, onlara kendi soylarından bir mirastı. Güçlü olan kazanıyordu.
Otris’in yarattığı ateş elflerinin ilk soyu iki yüz elli bin kış önce Shandalar Velvumer ile başladı. Shandalar, hükümdarlığını ilk kez ilan ettiğinde çok ateş elfi yoktu. Bu yüzden yeni topraklar keşfetmeye başladı. Bu keşiflerini daima ateş mızraklar ve kalkanlar kullanan piyadeleriyle yeni topraklar fethederek yaptı. Fetih mühimdi. Bu fetihlerin her biri muazzam sayılara ulaşan kayıplarla sonuçlanıyordu. Kısa zamanda Elnaril’in güneyini ele geçirdikten sonra kuzeye yöneldi. Ancak, ordusu bitap düşmemiş, aksine muharebe için daha istekliydi.
Kuzeye yolculuğu sırasında, kuzey topraklarını ana kıtadan ayıran Almirel Nehri’nde hazin sonla karşılaşacağını vaaz veren kahinleri dinledi. Kahinlerin her birini kılıçtan geçirip ejderhalarına yem etti. Kahinlere göre, Merialeth’in hasmı kendisine Kılıçların Kraliçesi diyen bir insan kadın, Buz Ejderhalarının Efendisi Tanrı Farfelee’nin soyundan geldiğini iddia ediyordu. Shandalar’ın zulmüne son vermek için yaklaşık bir haftada kuzeydeki bütün dağınık kabileleri tek bayrak altında birleştirdi. Bu birleşme, büyük bir krallık yarattı. Merhild, cesareti ve iyilik için savaşmasıyla tanınıyordu. Kılıcını zalimlere savururdu, zayıflara değil. Kıvırcık, gök mavisi saçları beline kadar gökyüzünden akan şelaleler misali süzülüyordu. Kuzeyin en sağlam çeliğinden üretilen zincir zırhı vücuduna tam oturuyordu.
Merhild’in sadık bir de yoldaşı vardı. Ona Gök derdi. O bir buz ejderhasıydı; vahşi gök mavisi gözleri ejderhanın uzun, boynuzlu kafatasının iki yanında hemen fark ediliyordu. Her ne kadar ona uğursuz bir görünüm kazandırsa da onun ruhunda böyle bir yozlaşma yoktu. Dört farklı kristal çıkıntı başının üstüne sanki bilerek yerleştirilmiş gibi görünüyordu. Kavisli kulaklarının hemen üstünde fark edilen bu kristal boynuzlar göz kamaştırıyordu. İri burnu ve iki küçük eğri burun deliği vardı. Çenesinde yine başındaki gibi kristaller süzülüyordu. İri ve sivri dişleri ağzının yanlarından dışarı fırlıyor ve âdeta ağzındaki ölüm kadar soğuk nefesinin gücünü sergiliyordu. Yirmi metre boyundaki uzun ve geniş boynu, başını vücuduyla birleştiriyordu. Kristal pulları vücudunun her yerini kaplıyordu. Göğsü sırtına göre daha açık renkliydi. Hantal gibi görünen bacakları vücudunu taşıyordu. Kanatlarını her çırptığında buzlar saçılıyordu. Oldukça uzun kuyruğunun sonunda iki yana çıkıntı oluşturan balta görünümünde kristaller vardı.
Merhild bu ejderhayı ona, Farfelee’nin armağan ettiğini vaaz verirdi. Merhild kadar zarif görünen Gök, daima onun yanındaydı.
Shandalar, Almirel Nehri’ni geçemeden Merhild’in ordusuyla karşılaştı. Merhild, uzun kristal kılıcını savurarak Gök’e emir verdi. Onun savaş çığlığıyla ordusu da harekete geçti. İki gece süren çetin muharebede her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Shandalar, muharebenin sonuna yakın meydandan kaçtı. Sonsuz Alev Ayrventh onun kaçtığını gördükten sonra gökyüzüne haykırdı. O haykırırken ağzından çıkan alevler, bütün bir adayı yok eden şiddetli bir volkanı andırıyordu. Çaresizlik içinde üzerine saldıran Gök’e karşı koymaya çalışırken sol kanadına bir buz mızrağı isabet etti. Ardından Gök, onun yaralı kanadına pençe darbesi atarak vücudundan ayırdı. Acıyla tekrar gökyüzüne haykırdı, Ayrventh. Bu sefer alev topları ağzından çıkıp birkaç yüz metre gökyüzüne yükselip toprağa düşüyordu. Bir süre can çekiştikten sonra son nefesini kendi safındaki orduya ve Shandalar’a çevirdi.
“Soyun acı sondan asla kaçamayacak,” diye haykırdı, ağzından alevler çıkararak. Bu bir lanetti.
Alevler Shandalar’ın ordusunu neredeyse kül etmişti. Ayventh’in cansız vücudu toprak zemine sarsıntıyla yığıldı. Merhild, Gök’ü Ayventh’in yattığı yere doğru sürdü. Gök’ün üstünden inip onun yaklaştı. Ayventh’in vücudu o kadar uzun ve genişti ki, Merhild, onun sağ gözüne başını kaldırarak bakıyordu. Yangın mavisi gözlerinde kendisini gördü. Eliyle onun yüzüne dokundu. Ardından Shandalar’ın kaçtığı yöne başını çevirdi. Gözlerinde hırs ve intikam vardı.
Shandalar, Nelhshar’ın kapısından geçip, muhafızların şaşkın bakışları arasında devasa kalesine girdi. Kalenin hükümdar salonunda onu acı bir sürpriz bekliyordu. Alev tahtın önünde, ellerinde alev mızraklar ve kılıçlarla dizilmiş bir grup soylu dikiliyordu. Başlarında, Shandalar’ın öz oğlu Alendral Kurstal vardı. Shandalar’ın kalbine mızrağı saplayan ilk o oldu. Ardından diğer soylular da mızraklarını ve kılıçlarını onun vücuduna sapladılar.
İki yüz elli bin yıl sonra bile bu yasa devam etti. Hiç kimse bu durumun üstünü kapatamadı ya da ortadan tamamen kaldıramadı.
Merialeth Norra, Enathlian Krallığının topraklarını da fethedip Nelhshar’a döndükten bir hafta sonra, Shandalar gibi bir sonla değil, direkt Otris’in gazabıyla karşılaştı.
Ateş Tanrıçası Otris, Norra’yı taht salonunu muazzam alevlerle doldurdu ve gazabını tüm diyara gösterdi.
Otris’in bu gazabıyla, ateş elfleri Elnaril’den sürüldü. Eskisi gibi olmasa da daima hatırlanan bir şey vardı. Merialeth Norra, yaşam tarzları ve inançları arasındaki farklardan ötürü sürekli cenk eden ve zulüm dağıtan biri olarak Tiran lakabını almış bir kraliçeydi. Bir Tiran, hangi kültürde yetişmiş olursa olsun, fiilleriyle her zaman aynıdır; yasalarla sınırlandırılmayan mutlak bir yönetici veya meşru egemenliği daima elinde tutan kişi olarak Norra da bu tanıma uyuyordu.