Kısa Hikâye: Tiran Kraliçe

Tiran Kraliçe adlı kısa hikâye, fantastik bir diyarda, adından da anlaşılacağı üzere Tiran bir kraliçenin hikâyesini anlatmaktadır.

Hikâyenin tek amacı, Merialeth Norra gibi kişilerin kendisine olduğu kadar etrafındakilere de zarar verdiğini ortaya koymaktadır. Çevremizdekilere ne düşüncelerimizle, ne sivri sözlerimizle ne de fiziksel olarak zarar vermediğimiz ve haklarında iyi düşündüğümüz zaman, hayal olmayan yaşanabilir bir dünya ve mutlu bir medeniyet oluşturacağımızı düşünmek kesinlikle yanlış olmaz.

Umarım ki, bu hikâye birçok insana ulaşır ve çevresindeki insanlara, ormanlara, denizlere, tüm canlılara ve doğaya, hatta evrene bakış açıları iyi yönde değişir.

Tiran Kraliçesi adlı kısa hikâyenin kesinlikle gerçek kişi, olay ve yerlerle ilgisi yoktur.

İyi okumalar ve mutlu günler dilerim, sevgili okur!


Tiran Kraliçe

Cephenin zeminini parçalanmış cesetler, çelik kılıçlar ve kalkanlar kaplıyordu. Kırmızı ve siyah bir zamanlar trajik bir iç savaşın eşiğine gelen muazzam bir buğday tarlasının yeni renklerini oluşturuyordu.

Normalde yakındaki bir köyden rüzgarla gelen fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusuyla dolması gereken atmosfer, artık sadece ölümün kokusu ve ölenlerin çığlıkları için bir tuval oluşturuyordu.

Yaşam tarzları ve inançları arasındaki farklardan ötürü birbirleriyle cenk eden iki düşman krallığın galibi Tiran lakabını almış bir kraliçe oldu.

Yerde ölü ve ağır yaralı olarak yatan savaşçıların yaşam ve ölüm arasındaki kumarı bilmenin hiçbir yolu yoktu. Muharebe hem doğa hem de insanlık üzerindeki en büyük felakettir. Ancak, insanlar bu felakete yol açıyordu. Berrak kan, buğday tarlalarının tatlı sarı görüntüsünü kızıla boyadı. Yer yer de kuşatma silahlarının yarattığı tahribat toprak üzerindeki etkisini gösteriyordu.

Tiran Kraliçe Merialeth Norra bir ateş elfiydi. Elnaril diyarında ateş elfleri zalimlikleri ve vurdumduymazlıklarıyla tanınıyordu. İnsanlardan daha uzun ve ince bedene sahiplerdi. Ateş Tanrıçası Otris’in yolundan ilerledikleri için onlara ateş elfi deniyordu.

Merialeth Norra, ordusuyla Elnaril’in batısında konumlanmış Enathlian Krallığına saldırdığında, Enathlianlıların bu saldırıdan haberi bile olmadı. Çünkü Tiran Kraliçenin ordusu tamamen ejderhalardan oluşuyordu. Enathlian Ordusu ise toprak elflerinin oluşturduğu muazzam, ama ejderhalara karşı pek de etkili olmayan piyade ve süvarilerden oluşuyordu. Otris, kendisine hizmet etmeleri karşılığında onlara muharebelerde ihtiyaç duydukları ejderhaları yaratıyordu. Norra’nın hükmettiği kuzey, güney ve doğu bölgelerinin her birinde bir Ateş Ejderhası Tapınağı bulunuyordu. Ateş Ejderhaları sadece Merialeth Norra’ya hizmet ediyorlardı.

Norra, Ateş Ejderhaları’nın en yüksek rütbesine atadığı Ejderha Efendisi Sonsuz Alev Ayrventh’e tek emir veriyordu: “Öldür!”

Sonsuz Alev Ayrventh’in cinsiyeti yoktu. Bu yüzden ona kimse lort ya da leydi diyemiyordu. Durumun böyle olması, Sonsuz Alev lakabıyla anılmasını sağladı.

Bir Tiran, hangi kültürde yetişmiş olursa olsun, fiilleriyle her zaman aynıdır; yasalarla sınırlandırılmayan mutlak bir yönetici veya meşru egemenliği daima elinde tutan kişi olarak Norra da bu tanıma uyuyordu. Enathlian’a yarım saatlik yürüme mesafesindeki bir tarlada cereyan eden muharebe onun son muharebesiydi. En azından zalimliklerinin sonuncusuydu. Elde ettiği zaferin ardından Elnaril’de fethedilecek herhangi bir toprak parçası kalmadı, toprak bütünlüğünü kan, entrika ve zalimlikle sağladı. Muharebenin ardından Nelhshar’a döndü.

Nelhshar, Merialeth Norra’nın tiranlığını ilan ettiği hükümranlığının başkentiydi. Norra, öz babası Glorandal Aevalur’u öldürerek krallığın kontrolünü iki yüz kırk yedi yıl önce ele geçirdi. Ateş elflerinin güç uğruna böyle entrikalara kalkışmaları Elnaril’de şaşkınlıkla karşılanmıyordu. Zira bu yasa, onlara kendi soylarından bir mirastı. Güçlü olan kazanıyordu.

Otris’in yarattığı ateş elflerinin ilk soyu iki yüz elli bin yıl önce Shandalar Velvumer ile başladı. Shandalar, hükümdarlığını ilk kez ilan ettiğinde henüz yeteri kadar boyun eğecek ateş elfi yoktu. Bu yüzden yeni topraklar keşfetmeye başladı. Bu keşiflerini daima ateş mızraklar ve kalkanlar kullanan piyadeleriyle yeni topraklar fethederek yaptı. Bu fetihlerin her biri muazzam sayılara ulaşan ölülerle sonuçlanıyordu. Kısa zamanda Elnaril’in güneyini ele geçirdikten sonra kuzeye yöneldi. Ancak ordusu bitap düşmemiş, aksine muharebe için daha istekliydi.

Kuzeye yolculuğu sırasında, kuzey topraklarını ana kıtadan ayıran Almirel Nehri’nde hazin sonla karşılaştı. Kendisine Kılıçların Kraliçesi diyen bir insan kadın, Buz Ejderhalarının Efendisi Tanrı Farfelee’nin soyundan geldiğini iddia ediyordu. Shandalar’ın zulmüne son vermek için yaklaşık bir haftada kuzeydeki bütün dağınık kabileleri tek bayrak altında birleştirdi. Bu birleşme, büyük bir imparatorluk oluşturdu. Merhild adlı bu kadın, cesareti ve iyilik için savaşmasıyla tanınıyordu. Kıvırcık, gök mavisi saçları beline kadar gökyüzünden akan şelaleler misali süzülüyordu. Kuzeyin en sağlam çeliğinden üretilen deliksiz zincir zırhı vücuduna tam oturuyordu.

Merhild’in sadık bir de yoldaşı vardı; Gök. O buz ejderhasıydı; vahşi gök mavisi gözleri ejderhanın uzun, boynuzlu kafatasının iki yanında hemen fark ediliyordu. Her ne kadar ona uğursuz bir görünüm kazandırsa da onun ruhunda böyle bir yozlaşma yoktu. Dört farklı kristal başının üstüne sanki bilerek yerleştirilmiş gibi görünüyordu. Kavisli kulaklarının hemen üstünde fark edilen bu kristal boynuzlar göz kamaştırıyordu. İri burnu ve iki küçük eğri burun deliği vardı. Çenesinde yine başındaki gibi kristaller süzülüyordu, ama bunlar irili ufaklı bir şekilde çenesinden sarkıyordu. İri ve sivri dişleri ağzının yanlarından dışarı fırlıyor ve adeta ağzındaki ölüm kadar soğuk nefesinin gücünü sergiliyordu. Sekiz insan boyundaki uzun ve geniş boynu, başını vücuduyla birleştiriyordu. Kristal pulları vücudunun her yerini kaplıyordu. Göğsü sırtına göre daha açık renkliydi. Hantal gibi görünen bacakları vücudunu taşıyordu. Kanatlarını her çırptığında buzlar saçılıyordu. Oldukça uzun kuyruğunun sonunda iki yana çıkıntı oluşturan balta görünümünde kristaller vardı.

Merhild bu ejderhayı ona, Farfelee’nin armağan ettiğini söylüyordu. Merhild kadar zarif görünen Gök, daima onun yanındaydı.

Shandalar, Almirel Nehri’ni geçemeden Merhild’in ordusuyla karşılaştı. Merhild, uzun kristal kılıcını savurarak Gök’e emir verdi. Onun savaş çığlığıyla ordusu da harekete geçti. İki gece süren çetin muharebede her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Shandalar, muharebenin sonuna yakın meydandan kaçtı. Sonsuz Alev Ayrventh onun bu davranışını gördükten sonra gökyüzüne doğru haykırdı. O haykırırken ağzından çıkan alevler, bütün bir adayı yok eden şiddetli bir volkanı andırıyordu. Çaresizlik içinde üzerine saldıran Gök’e karşı koymaya çalışırken sol kanadına bir buz mızrağı isabet etti. Ardından Gök, onun yaralı kanadına pençe darbesi atarak vücudundan ayırdı. Acıyla tekrar gökyüzüne haykırdı, Ayrventh. Bu sefer alev topları ağzından çıkıp birkaç yüz metre gökyüzüne yükselip toprağa düşüyordu. Bir süre can çekiştikten sonra son nefesini kendi safındaki orduya ve Shandalar’a çevirdi.

“Soyun acı sondan asla kaçamayacak!” diye haykırdı, ağzından alevler çıkararak. Bu bir lanetti. Alevler Shandalar’ın ordusunu neredeyse kül etmişti. Ayrventh’in cansız vücudu toprak zemine serildi. Merhild, Gök’ü Ayrventh’in yattığı yere doğru sürdü. Gök’ün sırtından inip onun yanına yaklaştı. Ayrventh’in vücudu o kadar uzun ve genişti ki, Merhild, onun sağ gözüne başını kaldırarak bakıyordu. Yangın mavisi gözlerinde kendisini gördü. Eliyle onun yüzüne dokundu. Ardından Shandalar’ın kaçtığı yöne başını çevirdi. Gözlerinde hırs ve intikam vardı.

Shandalar, Nelhshar’ın kapısından geçip, muhafızların şaşkın bakışları arasında devasa kalesine girdi. Kalenin hükümdar salonunda onu acı bir sürpriz bekliyordu. Alev tahtın önünde, ellerinde alev mızraklar ve kılıçlarla dizilmiş bir grup aristokrat dikiliyordu. Başlarında, Shandalar’ın öz oğlu Alendral Kurstal vardı. Shandalar’ın kalbine mızrağı saplayan ilk o oldu. Ardından diğer aristokratlar da mızraklarını ve kılıçlarını onun vücuduna sapladılar.

İki yüz elli bin yıl sonra bile bu yasa devam etti. Hiç kimse bu durumun üstünü kapatamadı ya da ortadan tamamen kaldıramadı.

Merialeth Norra, Enathlian Krallığının topraklarını da fethedip Nelhshar’a döndükten bir hafta sonra, Shandalar gibi bir sonla değil, direkt Otris’in gazabıyla karşılaştı.

Ateş Tanrıçası Otris, Norra’yı taht salonunu muazzam alevlerle doldurdu ve gazabını tüm diyara gösterdi.

Otris’in bu gazabıyla, ateş elfleri Elnaril’den sürüldü. Eskisi gibi olmasa da daima hatırlanan bir şey vardı; Merialeth Norra, yaşam tarzları ve inançları arasındaki farklardan ötürü sürekli cenk eden ve zulüm dağıtan biri olarak Tiran lakabını almış bir kraliçeydi. Bir Tiran, hangi kültürde yetişmiş olursa olsun, fiilleriyle her zaman aynıdır; yasalarla sınırlandırılmayan mutlak bir yönetici veya meşru egemenliği daima elinde tutan kişi olarak Norra da bu tanıma uyuyordu.

Son

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.