Tamamlayıcı Hikâye: Luadun’Dal Kraliçesi Livia ve Milonia

Luadun’Dal Efsanesi: Kayıp Şövalye kitabında, Kraliçe Livia’nın son dönemlerinden fazla bahsetmedim. Çünkü Livia Juli’nin, tek başına anlatılabilecek apayrı bir karakter olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, kraliçe olduktan sonraki dönemlerden başlayarak kitapta yer aldığı roller hakkında detaylandırılmış bilgi vermek için aşağıdaki yazıyı hazırladım. Böylece Kraliçe Livia hakkındaki bazı soru işaretlerine ışık tutacaktır.

Aşağıda okuyacaklarınız hem kitap konusu hem de kitaptaki karakterler hakkında detaylı bilgi içermektedir. Eğer kitabı henüz okumadıysanız, aşağıdaki içeriği kitabı okuduktan sonra incelemenizi tavsiye ederim.

Luadun’Dal Kralı Tempius, Büyük Tufandan Sonra Birinci Çağ’ın 258 yılında öldükten sonra külleri, Herminia Tapınağında muhafaza edildi. Juli Hanedanına mensup Tempius ve Herminia, aynı tapınakta sonsuzluğa uğurlandı. Aynı yıl henüz kraliçe olamamış Tempius ve Herminia’nın kızı Livia, Medietas Senatosu’na bir yasa sundu. Bu yasaya göre, Herminia Tapınağı’nın ismi İlk Hanedan Tapınağı olarak değiştirilecek ve Juli Hanedanlığına mensup kişiler öldükten sonra külleri bu tapınakta muhafaza edilecekti. En başından beri Livia’nın bir sonraki veliaht kraliçe olmasını savunan Medietas Senatosu, onun bu isteğini de geri çevirmedi. Böylece Livia, Medietas’ta, siyasi ve politik kariyerindeki ilk kararını verdi.

258 yılının son ayında Livia, Medietas Kraliçesi ilân edildi.

Luadun’Dal Kraliçesi Livia’nın iktidarı, 262 yılına kadar sarsılmaz bir şekilde devam etti. Aldığı politik, diplomatik ve ekonomik kararlar Luadun’Dal topraklarının refahını yükseltti.

262 yılında, Tempius’un oğlu Claudius, her hanedanlıkta olduğu gibi Luadun’Dal topraklarında hak iddia etti. Nordiborg Valisi Claudius, Luadun’Dal Krallığı’ndan bağımsızlığını talep etti. Ancak Kraliçe Livia bu talebi şiddetle geri çevirince, Claudius, Nordiborg Krallığı’nın bağımsızlığını gayriresmî olarak ilan etti. Claudius’un bu hamlesi, Kraliçe Livia için elbette sorun teşkil ediyordu, ancak Luadun’Dal’in yarısı hâlâ onun kontrolündeydi; Medietas ve Damanhur topraklarına sahip olmasının yanı sıra, doğudaki Yanghea Kolonisi’yle de yakın ilişkileri, onu neredeyse dokunulmaz yapıyordu. Yine de krallık içerisindeki bu bölünme Luadun’Dal Krallığı’nın ismini yitirmesine sebep oldu. Nordiborg’un bağımsızlığının ardından Kraliçe Livia’nın hüküm sürdüğü topraklar Medietas Krallığı olarak bilindi. Tempius’un en küçük çocuğu Milonia Damanhur’da, Medietas Krallığı’na bağlı olarak çöl diyarlardaki hükümdarlığını sürdürdü.

Kraliçe Livia ve Kral Claudius arasındaki diplomatik savaş, kısa sürede yerini kılıç ve kalkana bıraktı. Aynı yıl, Nordiborg’un güneyi ve Medietas’ın kuzeyindeki, Yağmurlu Bahçe adlı geniş bir ovada ilk büyük muharebe cereyan etti. Medietas Krallığı’nın ordusu sayıca üstün ve profesyonel savaşçılardan oluşuyordu. Nordiborg Kralı Claudius’un saldırısı Yağmurlu Bahçe Muharebesi’nde zayıf kaldı ve mağlup edildi. Muharebe her iki taraf için de büyük kayıplara neden oldu. Medietas Krallık Ordusu her ne kadar profesyonel savaşçılardan oluşsa da Nordiborg’un acımasız savaş teknikleri kullanan savaşçılarına karşı ağır kayıplar vererek galip geldiler.

Kraliçe Livia, Laudun’Dal’deki iktidarını tekrar sağlamlaştırmak istiyordu. Bu nedenle Yağmurlu Bahçe’de aldığı galibiyeti devam ettirmek için hazırlık yapmaya başladı. 268 yılına varana dek bu hazırlıkları sürdü ve sonunda devasa bir ordu topladı. Bu orduda hem Medietas hem de Damanhur savaşçıları yer alıyordu. 268 yılının soğuk kış aylarında Nordiborg’a karşı sefer başlattı.

Milonia, Damanhur’dan Medietas’a yolculuk ederken turuncu kapak olarak adlandırılan bir diz hastalığına yakalandı. Milonia’nın dip kapakları, sefere çıkmadan önce turuncu renge büründü. Uzun yolculuğun verdiği yorgunluk nedeniyle hastalığı kötüleşti ve ağrıları artınca, kız kardeşini de durumdan haberdar edip Medietas’a gitti. Ancak ordusu Kraliçe Livia’nın Medietas Krallık Ordusu’na katılmak üzere yola devam etti.

Kraliçe Livia ve Kral Claudius, Nordiborg sınırları içerisinde bulunan Grymm Nehri’nde karşı karşıya geldiler. Grymm Nehri’nde ikinci büyük muharebe cereyan etti. Ancak Kraliçe Livia’nın deneyimsiz generalleri nedeniyle Medietas Krallığı muharebede mağlup edildi. Bu mağlubiyet, Medietas’ın sefere katılan savaşçıların tamamına yakını öldü. Kral Claudius, Livia’yla savaş meydanına dövüşmüşse de Claudius, Livia’yı etkisiz hâle getirdi. Grymm Nehri Muharebesi, Luadun’Dal tarihinde çok fazla kaybın verildiği ikinci muharebe olarak kaydedildi.

Kral Claudius, Livia’yı Nordiborg’daki kalede esir etti. Ancak Livia’nın Tempius’u öldürdüğünü öğrenmesi üzerine ölüm fermanını imzaladı. Kraliçe Livia’nın on yıl boyunca süren hükümranlığı son buldu.

Luadun’Dal Efsanesi: Kayıp Şövalye’yi okuyan okurların, Kraliçe Livia’nın ölümünden sonra onun hakkında neler yaşandığını bilmesini isterim. Kitabı okuduğunuzda fark etmişsinizdir, Livia’nın bedeninin Medietas’a gönderilmesi ve ardından yaşanan olaylarla ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bunun nedeni, herhangi bir olayın, mevcut içeriğin akıcılığını yitirmesine sebep olmamaktır. Mevzusu geçen konuyu daha sonraya saklayıp okurun, olayların farkına vardıktan sonra daha sakin bir zihinle bu tamamlayıcı içeriği okumasını istedim.

Aşağıda okuyacağınız kısa öykü, Livia’nın bedeninin Medietas’a gönderilmesinden başlayıp onun için Kraliçe Milonia’nın düzenlediği devasa cenaze törenini aktarmaktadır.


Luadun’Dal Kraliçesi Livia’nın Ölümü

Livia’nın mavi gözleri gökyüzüne dikildi.

“Masmavi,” diye düşündü.

Gökyüzünde bulut yoktu ve güneş parlıyordu. Buna rağmen hava çok soğuktu. O an Claudius’un emirlerini arka arkaya duydu.

“Oklarınızı yerleştirin!”

Claudius, kısa bir süre sonra o emri verdi.

“Salın okları!”

Livia üzerine doğru gelen okların fısıltılarını duydu. Korkunçtu. Sanki üzerine bir hayalet hücum ediyor gibiydi.

“Lütfen…” dedi, sessizce. Üzerine yirmi ok salındı, bir göz kırpması kadar kısa sürede oklar vücudunun çeşitli yerlerine saplandı. O an Livia’nın nefesi kesildi. Gökyüzüne bakarak, bir şeyler söylemeye çalıştı ve ardından durdu. Arkasındaki muhafız bile onu duymamıştı. 

Claudius, kız kardeşinin kanlı vücuduna bakarken bir şey hissetti. İçinde bir acı vardı. Sanki onun acısını hissetmişti. O an, onun da nefesi kesilmişti ve ağzını açarak derin nefes almaya çalıştıysa da ilkinde başarılı olamadı. İkincisinde ise derin bir nefes daha aldı.

Livia idam edildikten sonra bedeni platformdan indirildi. Claudius’un emrettiği üzere bedenindeki kanlar, Nordiborglu nedimeler tarafından temizlendikten sonra ceviz ağacından üretilen ve Nordiborg’a özgü özel işlemelere sahip bir tabuta kondu. Tabutun üzerinde sıradan işlemeler yoktu. Bu şekiller özel olarak tabuta işlenmişti ve her biri Luadun’Dal’in tanrı ve tanrıçalarını betimliyordu. Tabutun kapağına ise, Livia’nın sureti bedeni şaşırtıcı benzerlikle işlenmişti.

Claudius, Nordiborg’daki cenaze seremonilerinde görev alan rahip ve rahibelerden oluşan bir grubu tabutla birlikte Medietas’a gönderdi. Yolculukları bir hafta sürdü ve bu süre boyunca, uyumak üzere kamp yaptıkları zamanlar hariç hiç durmaksızın Livia için ağıtlar okudular.

Rahip ve rahibeler Medietas’a ulaştığında, muhafızlar onları bir süre şehrin ana kapısında beklettiler.

Birkaç saat sonra kapılar açıldığında Kraliçe Milonia göründü. Rahip ve rahibeler hiç beklemeden tabutun iki yanına diz çöktüler. Rahibeler sağ ellerini, rahipler sol ellerini tabutun üzerine koydular ve başlarını eğdiler. Bunun tek anlamı vardı; bir hanedan mensubu ölmüştü.

Kraliçe Milonia, elindeki bastondan destek alarak ilerlemeye başladı. Hastalığı ilerledikçe ayakta durmakta zorlanıyordu. İlerledikçe gün ışığı yüzüne daha fazla vuruyordu ve güzel hatlara sahip yüzü ortaya çıkıyordu. Her iki yanındaki muhafızları ise onun düşme ihtimaline karşı her an hazırlıklıydılar. İki muhafızın önündeki diğer iki muhafız da sol elleri kılıçlarının kınında ilerliyorlardı.

Milonia tabutun önünde bir süre bekledi. Gözlerinden akan yaşlar toprağa bir hüzün yağmuru gibi dökülüyordu. Çığlık çığlığa ağlamak istiyordu, ama bunu yapmadı. Bastonu elinden bıraktı, bu sırada dizlerinin üstüne düştü. Muhafızlar onu kaldırmak istedilerse de o kalkmadı. Yere oturdu ve tabutun önünde çim zemine tırnaklarını geçirerek ağladı. Ellerini zeminden çekti ve avuçlarındaki çim ve toprak parçalarını tabutun üzerine sürdü, kollarını tabuta başını da kollarına dayadı. Hıçkırıklar içinde ağladı.

Rahipler ve rahibeler ağıtlarına tekrar başladılar. Milonia başını kaldırdı. Gözlerinden akan hüzün gözyaşları, elmacık kemiklerinden yol almış toprağa dökülüyordu.

“Kardeşim,” dedi sessizce, ağlayarak.

Arkasındaki muhafızlardan ona yakın olan Idlenin Caerulpectus, Milonia’nın sağ yanında diz çöktü, miğferini çim zemine koydu.

“Kraliçem. Milonia. Kalbimin, zihnimin ve ruhumun her zaman senin yanında olduğunu ve öyle kalacağını bilmeni isterim. Artık tapınağa dönelim. Kraliçe Livia’nın tabutunu da tapınağa taşıyacaklar. Haydi. Lütfen.”

Milonia başını yavaşça Idlenin’in buz gibi zincir zırhının kapladığı sol omuzuna koydu. Idlenin, onun saçlarını parmaklarıyla kulağının arkasına sıyırdı. Yanağına elini koydu. Onun hüznünü hissediyordu. Onun başını kaldırdı ve yüz yüze geldiler. Idlenin, Milonia’nın gözyaşlarından iz olmuş sağ yanağının altına bir buse bıraktı ve tebessüm etti.

“Seninleyiz, Milonia.”

Milonia, Idlenin ve diğer muhafızının yardımıyla ayağa kalktı. Solundaki muhafız onun bastonunu yerden aldı ve ona verdi.Muhafızlar onun kollarına girdiler. Milonia şehre girerken ağlamaya devam etti. Onların arkasında, rahipler ve rahibeler de ekibin diğer mensuplarının tabutu taşımaları için işaret edip ağıtlarla Medietas şehrinin kapısından içeri girdiler.

Medietas halkı, şehrin kapısından İlk Hanedan Tapınağı’na kadar olan yolun kaldırımlarında Milonia’yı ve arkasındaki tabutlu ekibe bakıyorlardı. Onlar da eski kraliçeleri için gözyaşları döküyorlardı. Ancak kimisi sanki düşmanlarıymış gibi bakıyordu. Bu kişilerin sayısı az olsa da bu kalabalık arasında fark edilmeleri güç değildi.

İlerledikleri taş yolun üzeri siyah Medietas çiçekleriyle kaplanmıştı. Halk kraliçeleri için siyah Medietas çiçeğini tercih etmişti. Siyah Medietas çiçeği, bir kişinin ölümünün ardından duyulan üzüntü anlamını taşıyordu. Bu çiçek türü mezarların bulunduğu neredeyse tüm bölgelerde yetişirdi. Yanghea Kolonisi’ndeki insanlar hariç başta Medietas olmak üzere, Damanhur ve Nordiborg’ta yaşayan yerliler siyah Medietas çiçeğinin tanrıça Ninlil’in, ölen insanlar için ağladıktan sonra yağan yağmurun suyuyla yetiştiğine inanıyordu.

Nihayet tapınağa vardıklarında cenaze töreni için her şey hazırdı. Bu tören Luadun’Dal’deki en büyük cenaze töreniydi. Böyle olması Tempius ya da Herminia için düzenlenen törenleri gölgede bırakmıyordu. Böyle bir inanış yoktu.

İlk Hanedan Tapınağı’nda Tempius ve Herminia’nın iki büyük heykeli vardı. Tempius’un heykeli krallık zırhı giymiş, kılıç ve kalkanla taşıyordu. Herminia’nın ise sol omuzunda bir güvercin vardı. Sağ elinde ise bir defne çelengini göğsüne dayamış şekilde duruyordu. Heykellerin ortasında ise geniş bir granit kaidenin üzerine yerleştirilmiş, geniş bir çelik çanağın içinde alev ateşe verilmişti. Ortalama iki insan boyundaki sütunların üzerindeki alevlerin aydınlattığı tapınaktaki işlemeli diğer uzun ve geniş yirmi sütun tavanı tutuyordu.

Milonia, tapınağa girdiğinde bir an duraksadı. Başını eğdi. Bu zamana kadar yaşadığı bütün olaylar hızlıca zihninde dalgalı bir şekilde dolaşıyordu. Çok yorgun hissediyordu. Sağ kolunu Idlenin’in kolundan tutmak için hareketlendirdi, ancak o bunu yapmadan Idlenin onun sağ koluna girdi. Yavaşça on dört basamaklı merdivenleri indiler. Arkalarından rahipler ve rahibeler, tabutu taşıyan ekiple geliyordu. Ağıtlar okurken, sesleri geniş tapınak salonunda yankılanıyordu.

Tapınağı merkezine vardıklarında, Livia için inşa edilmiş geniş ve uzun bir granit bloğunun tapınak muhafızları tarafından açıldığını gördüler. Milonia gözyaşlarını tutamıyordu. Ailesinden bir kişinin daha öldüğünü bilmesi onu derinden üzüyordu. Kimsesi kalmamıştı. Claudius’un böyle bir şey yapacağını aklından geçirmiyordu. Milonia, muhafızlarıyla birlikte sağa çekildi ve muhafızlar, ahşap banka oturması için ona yardım ettiler. O sessizce rahiplerin ve rahibelerin ağıtlarını dinliyor, bir yandan da tabutun granit bloğa yerleştirilmesini izliyordu.

Milonia çığlık atarak ağlamak istiyordu. Ancak elini ağzına götürdü ve diğer eliyle banktan destek aldı. Başını eğdi. Idlenin yanına oturdu ve onu doğrulttu.

“Yanındayız, Milonia. Sana kimse zarar veremeyecek.”

Milonia, onun bu sözlerine rağmen ağlamaya devam etti. Tapınak muhafızlarının granit bloğun kapağını kapatmasıyla çıkan sesi duydu. Başını kaldırdı ve ayağa kalkmaya çalıştı, ama başarılı olamadı. Idlenin onu son anda tuttu.

“Hayır!” diye bağırdı, Milonia.

Idlenin, Milonia ile konuşurken gözlerinden yaş geldi. “Milonia, lütfen kendini bu kadar harap etme. Lütfen.”

Milonia’yı sakinleştirmeye çalışıyordu. Ancak onun yerinde kim olsa aynı duygu durumunu yaşayacağının da farkındaydı. Çaresizdi.

Milonia ayağa kalkmak için Idlenin’in omuzuna tutundu. Muhafızlar onun ayağa kalkmasına yardım ettiler. Rahipler ve rahibeler de granit bloğun karşısında diz çöktüler. Ağıtları bitmişti. Tapınakta alevlerin çıkardığı seslerden başka ses yoktu. Diz çökmüş bekleyen kişilerin yanına gitti.

“Claudius’a, nasıl olur da kendi kanından birisini bu kadar acımasız bir şekilde öldürdüğünü sorun. Ona deyin ki, Medietas Kraliçesi Milonia, hem Juli Hanedanı hem de öz kız kardeşi Livia sonsuza kadar hatırlanacak. Kendisi ise o değersiz topraklarda, benimle yüzleşmediği sürece rahat bulamayacak!”

Bu sözlerinin ardından Milonia tapınağı terk etti.

Akşam olduğunda yatağında uzanmış düşünüyordu. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Kapısı çalındı. Önce ses vermedi. Ancak ikinci kez çalındığında kapıdakinin kim olduğunu sormadan seslendi.

“Şu an bir refakate ihtiyacım olduğunu sanmıyorum. Beni yalnız bırakın!”

“Milonia? Benim, Idlenin.”

Milonia’dan ses gelmedi.

“Milonia, lütfen bu yükü seninle taşımama izin ver.”

“Idlenin,” dedi, Milonia. “Girebilirsin.”

Idlenin kapıyı açtığında içerisi zifiri karanlıktı. Bir iç çekti ve elindeki mumla, Milonia’nın yanına yaklaştı. Mumu yatağın yanındaki yuvarlak küçük masanın üzerine koydu.

“Milonia. İyi misin?”

“Hayır. Nasıl iyi olabilirim, Idlenin? Livia’ya bu muharebenin gereksiz olduğunu, diplomatik olarak bir yol bulabileceğimizi defalarca söyledim. Ancak o beni dinlemedi. Bugün ise tabutu geldi.”

Idlenin, Milonia’nın yanına oturmuştu. Onun elini tuttu. Milonia ona baktı. Üzerinde o buz gibi çelik yoktu. Şeffaf geceliği vardı. Yanındaydı.

“Kraliçem. Yıldız çiçeğim, tek sevdiğim. Ben her zaman yanında olacağım. Yas tutacağın zamanlar gelecek, ancak öncelikle kendine odaklanmalısın. Daha iyi günler göreceksin, sana söz veriyorum.”

“Teşekkür ederim, Idlenin.”

Idlenin, Milonia’nın sağ elini öptü ve Milonia’nın alnına düşen saçlarını eliyle sağa çekti, alnından öptü.

Milonia, tebessüm etti, ancak gözlerinde hâlâ hüzün vardı. Göz göze geldiler. Milonia, yatağının sol yanına doğru kendini çekti ve Idlenin’e yer verdi. Idlenin de onun yanına uzandı. Mumu üfleyerek söndürdü.

Gecenin zarif karanlığı tıpkı üzerlerindeki yorgan gibi onları sardı ve ikisi de uykuya daldı.

Kraliçe Milonia, ilk zorlu sınavını vermişti.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.