Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe

Bir yandan Luadun’Dal Efsanesi: Kayıp Şövalye eserimi yazmaya devam ederken, kalan diğer boş zamanlarımı kısa hikâyelere harcamayı her zaman sevdim. Bu yüzden bu zamanlarda, siz değerli okurların hoşuna gidebilecek yeri geldiğinde içinizi rahatlatacak, yeri geldiğinde de heyecan yaratacak kısa hikâyeler yazmak beni ettiği gibi siz değerli okurları mutlu eder, diye düşünüyorum. Dolayısıyla da sizlerin, okurken mutlu hissedeceğiniz ve yeni fantezi kahramanlarıyla tanışabileceğiniz bir diyara daha seyahat etmesini arzuluyorum.

Günindi Diyarındaki Bahçe adlı, muhtemelen birkaç bölümle tamamlamak istediğim, kısa hikâyemi okumanızı hevesle öneriyorum. Sizlerden gelecek yorumları ise heyecanla bekliyorum.

Günindi Diyarındaki Bahçe, Galâhid adlı bir Günindi elfinin simya ve botanik işleriyle elde ettiği efsunlu prestiji ve rüyalar âlemine yolculuğunu konu ediniyor.

Sevgiler!


Günindi Diyarındaki Bahçe

Galâhid, bahçesindeki ahşap sandalyesinde oturup yeşil çayını yudumlamaya çalışıyordu. Porselen bardağını kulpundan değil, iki elinin avucuna alarak, üfleye üfleye çayından sonunda bir yudum aldı. Bardağında tüten buhar, mevsimin ilkbahar ve havaların henüz ısınmaya başladığı zamanlar olduğundan, gözlerinin önünde perde oluşturuyordu. Buharın sıcaklığını alnında hissetti, gözleriyle bahçeyi süzdü ve daha mayıs ayının ikinci haftasında diktiği rengârenk şakayık çiçeklerini gördü. Yüzünde beliren tebessümle başını kaldırdı, yerinde oturmaya ve porselen çay bardağını ellerinin arasında tutmaya devam etti.

Pembe, kırmızı, kızıl kahverengi ve sarı renkteki şakayık çiçekleri güneş ışığını çok severlerdi ve öğlen vakti sıcağında gölgeyi tercih ederlerdi. Ancak yaprakları açtıkça renkleri de zaman zaman değişirdi. Galâhid’in bahçesi de şakayıkların pek seveceği bir ortamdı. Zira o, bir botanikçi olarak Günindi diyarındaki elfler arasında engin bilgilere sahip, arif bir münevver idi. Yufka yürekliydi. Hatta bir çiçeğin solmaması için elinden geleni yapardı. Ne yazık ki, tıpkı kendi uzun elf ömürlerinin sonunda, bedenleri gibi çiçeklerinin de bir gün solacağını bilirdi. Bu onu çok üzerdi, öyle ki, solmuş şakayık çiçeklerini toplarken gözyaşları toprağa damlar ve damladığı yeri beslerdi. Galâhid, buralara yeni şakayık çiçeklerinin tohumlarını ekerdi.

Şakayık çiçeklerinin şu anki rengârenk görüntüsü Galâhid’i çok mutlu etti. Çayını yudumlarken, çiçekleri ve ardındaki uçsuz bucaksız gibi görünen, çeşit çeşit çiçekler ve yer yer ağaçlarla kaplı, şarktan usulca akan bir nehrin geçtiği kırsal araziye de gözleri takılıyordu.

Yeşil çayını yudumlamadan önce kokusunu burnundan ciğerlerine çekiyor, derin bir nefes veriyordu. Her bir yudumdan sonra, şakayık çiçeklerinin tatlı ve narenciye kokusu onu mutlu ediyor, her daim gülümsemesini sağlıyordu. Bazı şakayık çiçeklerinin yaprakları açtıkça rayihalı kokuları da atmosferde rüzgârın yardımıyla süzülüyordu.

Galâhid, yeşil çayından son yudumu da aldıktan sonra sandalyeden kalktı. Şakayık çiçeklerine ve kırsal arazinin huzur veren suretine bir kez daha baktıktan sonra derin bir nefes daha alıp verdi. Garp ve şarkında, beyaz kiremitten kubbeli çatısının boyunu birkaç metre aşan birer kuleye sahip, duvarları deniz yeşiliyle boyanmış evinin arka kapısına yöneldi. Evin şimal cephesinde bir, cenup cephesinde iki büyük pencere vardı. Güneş gören yeri, cenuptaki pencerelerin koyu yeşil perdeleri açık, şimaldeki bir pencerenin perdesi ise kapalıydı. Ceviz ağacından üretilen kapının kulpunu çekince menteşelerden çıkan gıcırtı sesi onu rahatsız etmiyordu, ancak bu efsunlu ortamın atmosferini bozmasına müsaade edemezdi.

“Bir ara usta çağırıp tamir ettiririm,” dedi ve içeri girip kapıyı arkasından kapattı.

Evin içinde çok fazla eşya yoktu; güneş gören pencerelerin arkasındaki yuvarlak incir ağacından iki masanın üzerinde, kırmızı ve sarı renklerin birbirine sarıldığı, Galâhid’e Gündoğusu diyarında yaşayan dostundan hediye gönderilen kalanşo çiçekleri bulunuyordu. Evin çok ışık almayan, ama yine de günün bazı saatlerinde güneş gören garp duvarının önündeki geniş ceviz masanın üzerinde sekiz çiçeği olan bir grup yelken çiçeği vardı. Yelken çiçekleri çok fazla ışığa ihtiyaç duymazlar ve orta derecede sulama gerektirirler. Bu yüzden Galâhid, onları tam da bulunması gereken konuma yerleştirmişti.

Evin şark duvarında bir simya masası vardı. Bu simya masasının üzerinde çeşitli çiçeklerin yaprakları, tohumlar, çeşitli boyutlarda damıtma ve öğütme düzenleri, tüpler ve içi renkli sıvılarla dolu ufak şişeler vardı. Galâhid burada simya bilimiyle uğraşıyordu. Bu masa onun çeşitli bitki türlerini biraz büyü ve biraz da bilim yardımıyla yarattığı notlarla ve çizimlerle doluydu.

Galâhid, garp kulesine çıkan merdivenlere yöneldi. Elindeki bardağı iki eliyle tutuyordu. Ahşap merdivenleri çıkarken, basamakların çıkardıkları sesler kulenin içinde yankı yapıyordu. Sonunda üst kata vardığında, elindeki bardağı girişin yanında bulunan yiyecek ve içecek malzemelerinin yer aldığı masaya bıraktı. Rafta duran cam kabı açıp bir peynir dilimi aldı ve küçük parçalarla yerken, aynı kattan diğer, daha geniş ve uzun kuleye geçti. Burası kaliteli deniz yeşili ve koyu yeşil kumaşların bulunduğu tek kişilik bir yatak; yatağın yanında, dört bacağı ince ağaç gövdesini andıran kaliteli işlemelere sahip bir küçük yuvarlak masa vardı. Masanın üstünde de gümüş iskelete sahip cam bir kandilin içinde, odayı loş bir şekilde aydınlatan mum sönük sönük yanıyordu. Odada uzun bir giysi dolabı ve bir de askılık vardı. Bu odanın penceresi boydan uzun neredeyse yere kadar geliyordu, perdeleri ise ince beyaz tüldendi. Galâhid bu tülü çekip pencereyi örttü. Masanın üstündeki kandilin kapağını açtı ve mumu üfleyerek söndürdü. Kandildeki mumu söndürüp kapağını kapatınca, beyaz tülden içeri süzülen loş güneş ışığı odayı biraz da olsa dolduruyordu.

Galâhid, kaliteli kumaştan üretilmiş kemerini çıkartıp askıya astı. Yatağını açıp içine süzüldü, hafif yorganını üzerine çekti ve şekerleme yapmak için uykusunun gelmesini bekledi.

Göz kapakları her dakika ağırlaşıyordu. Aynı zamanda aklı simya notlarındaydı. İçeri süzülen güneş ışığı yerini ay ışığına bıraktığında, Galâhid uykuya daldı.

Şakayık çiçekleri için yoğun geçen bir günün ardından bu uyku Galâhid’e çok iyi gelecekti. En azından o uyumadan önce öyle düşünüyordu. O, artık tamamen kendisine ait rüyalar âleminde yolculuğa başladı; bu, renkli çiçeklerin, birbirinden güzel kokulu baharatların, ağaçların ve kuşların, diğer hayvanların da yer ettiği bir ormanda yolculuktu.

Birinci Bölümün Sonu

İkinci bölümü okumak için Günindi Diyarındaki Bahçe – II bağlantısına tıklayabilirsiniz.

Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe” üzerine 6 düşünce

  1. Geri bildirim: Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe – II – Deniz Kocatürk

  2. Geri bildirim: Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe – II – Deniz Kocatürk

  3. Geri bildirim: Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe – III – Deniz Kocatürk

  4. Geri bildirim: Günindi Diyarındaki Bahçe – Deniz Kocatürk

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.