“Uyuyacağım zamanı her zaman iple çekiyorum. Beden yorgunluğum değildir buna sebep olan, ama mental ve kalben bitkinligimdir. Bitkinliğim hiç ait hissetmediğim veya aitmişim gibi yapmaktan yorulduğum bu dünyaya karşıydı. Çünkü benim için her zaman dünyadan bir kaçış yolu oldu. Öyle hissediyorum ki, bir gün bunu her gün yapmama gerek kalmadan sonsuza dek uyanmamak uzere bir uykunun karanlık ve büyülü kollarına kendimi bırakacağım.”
Adam, kadehindeki pinot noir şarabı yudumladı. Bu sek şarap, alkolünden ziyade karmaşık buruk bir aromayı, meşe ve vanilya karakteriyle açığa çıkarıyordu.
Şarabını ısmarladığı barın önündeki masasında otururken, ılık rüzgârın başının arkasından tıpkı ona sarılır gibi süzüldüğünü hissetti. Çevresindeki insanların sesleri birbirine karışıyordu. Rüzgâr bu sesleri sanki alıp ondan uzaklaştırıyordu. Rüzgârın tatlı dokunuşunu hissettikten sonra bir koku yoğun bir şekilde barın baktığı sokağı sardı. Yolun aşağısında, yaşlı bir çiftin işlettiği eski bir kitapçının yanındaki fırından ak kuğular gibi süzülerek yolculuk eden, dumanı üstünde taze yaban mersinli kurabiyelerin kokusunu soludu.
Tebessüm etti. Ardından düşünceleri yeniden zihnini doldurmaya başladı.
“Olur da sonsuza dek, hiç uyanmamak üzere uykuya sarılırsam, yoğun bir muharebedeki siper savaşındaymış gibi mücadele ettiğimi bileceğim. Gözlerimi açık tutabilmek için sürekli çabaladığımı bileceğim. Eğer bir gün uyanmazsam, bu muharebeyi kaybetmişimdir. Nihayetinde kimilerinin yokluğu, başkasına ders olur: Birlikte neler yaptığını hatırlatır insana; neler yaşadıklarını ve neler yaşayabilecekken, birisine karşı geri adım atıldığında neler yaşamış olabileceğini düşünür.”
Adam masasındaki çizgilere baktı. Bir kısmı cila ile kapatılmaya çalışılmışsa da cila yırtılmıştı. Herkes yorulduğunu hisseder; yaşadıklarından ve gördüklerinden sonra pes etmeye ramak kala, bir karanlıktan kurtulmak için bir ışık bağlar onları hayata. Tıpkı filizin betonlar arasından, betona inat güneşin sıcaklığını yapraklarında hissetmek için çabalayıp yükselmesi gibi. Ancak, bir silindir misali gelir geçer bazı insanlar da bu filizin üzerinden, hiç düşünmeden.
“Sıcaklığını yüzünde hissetmeye çalıştıkça, ışığını arzuladığın güneşinin, ışık hüzmelerinin senin yüzünü okşamaması acı bir tatmış.” dedi, adam fısıldayarak. Yüzünde buruk bir tebessüm yer etti. İstemese de…
“Yorucu,” dedi. “Hızla yol alan bir arabanın içinde yolculuk ediyormuşsun gibi yaşamak, yorucu.”
Bu sırada adamın masasının önünden geçen bir kadın onu gördü.
“Bir zamanlar çok hoşumuza giden bir şeyi asla kaybetmeyecekmişiz gibi yaşamaya çalışmak. Zira evrendeki en parlak yıldızlar dediğin her şey bir parçamız olur.”
Kadın, adamın oturduğu masanın sandalyesini çekti ve oturdu.
“Nedir bu acı tat?” diye sordu.
“Kioku.” dedi, adam sadece…
Kadının tebessüm eden yüzü buruklaştı, gözlerini masanın üzerine dikti.
“Çizgiler,” dedi, kadın. “Hayatımızda bize yön veren seçimlerimizdir.” Sandalyesine yerleşti. “Öyle ki, bazen bir sevinç seni kucakladığında, birden karanlık bir sis sarar etrafını. Sonra bir bakarsın ki –“
“Tıpkı sisli bir ovada tek başına ve yalın ayak yolculuk ederken, gerçekten bir güneşin ısıttığı çimlerin üzerinde dolaşıp kendini güvende hissedersin. Çünkü gerçek güneşin oradadır.” diye, tamamladı, adam.
“Evet.” dedi, kadın.
“Ancak, yorgun zihnim ve kalbimle sisin içinde kaybolup gözlerimi kapatana kadar…” dedi, adam.
“Kioku…” dedi, kadın. Adamın karşısında otururken sisler içinde kayboldu.
Adam gözlerini kapadı.
Gözlerini açtığında, üzerlerine saf karların çarşaf gibi süzüldüğü irili ufaklı dağların çevrelediği, sisli bir ovada kendisini buldu. Güneş yoktu.
Çimlere sırt üstü uzandı etrafındaki çimlerin kokusu yoğunluğunu korurken, gökyüzündeki yıldızlara baktı.
Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı.
Son