Yaşlı ve Kadim Aurelius ölmüştür. Aquila artık Aurelia Latium’un kraliçesi olmuştur. O, krallığını şer kehanetten kurtarmak için Ötediyar’ın Geçitlerini kapatacak büyüyü bulmak üzere bir yolculuğa çıkması gerekir.
Arayış, yalnızca büyülü bir nesneye ulaşmanın zorluğunu ve gerektirdiği fedakarlıklar üzerine yoğunlaşmamaktadır. Temelde görevin ve liderliğin anlamının sorgulandığı bir içsel yolculuğu da anlatmaktadır. Aquila’ya yol gösteren Alathar’ın aslında uzun zaman önce ölmüş bir ruh olduğunu öğrenmesiyle serüven, fiziksel varlığın ötesindeki fedakârlığın ve bir amaca olan bağlılığın gücüne vurgu yapar.
Aquila en büyük kahramanlığın, tıpkı babası gibi, bir miras bırakma cesaretinde ve bu mirasın ölümden sonra bile devam edebileceği fikrinde yattığını öğrenir.
ÖTEDİYARIN GEÇİTLERİ
Aquila, Aurelian Krallığı kontrolünü elde ettikten sonra kötü bir kehanetin başlayacağı havadisi kısa sürede diyara yayıldı. Eğer engel olunmazsa gökyüzünde devasa geçitler açılacak ve Ötediyar’ın işgalcileri Aurelia Latium’un da bulunduğu dünyayı yok edecekti. Kral ölüm döşeğindeyken kızına bir sefere çıkmayı vasiyet etmişti. Ancak, vasiyet sadece bir yolculuktan ibaret değildi.
Rivayete göre, genç kraliçenin bulması gereken bir parşömen vardı. Parşömen Ötediyar’ın geçitbüyücüleri tarafından açılan geçitleri kapatacak büyüyü saklıyordu.
“Severina, toprağın koynundan süzülerek yükselip de cennet topraktan ayrıldığında, hoş kokular dolu hava onun çehresini mersin çiçekleriyle sardı. Ak bir baykuş, kuzeyin yemyeşil ovalarından süzüldü ve O’nun koluna kondu. Mersin çiçeği ve ak baykuş. Bilgi ve güzellik tanrıçasına, Severina’nın yoldaşları oldu.”
Aquila, Severina Tapınağı’nda, bilge tanrıça için böyle dua ediyordu. Tapınak muazzam büyüklükteydi. Üzerinde ak ipekten bir esvap vardı, omuzlarından ve belinden altın tokalarla tutturulmuş, parlak ve bembeyaz mermerlerin üzerine süzülüyordu. Karşısında devasa bir mermer sütunun kaidesinin üzerinde heybetli bir heykel vardı. İşçiliği ve kullanılan malzemeleri, özellikle mermerlerin verildiği şekil büyüleyiciydi. Heykelin sol kolu göğsüne paraleldi ve kolunda bir ak baykuş vardı. Baykuşun yangın mavisi gözleri adeta insanların gözüne nüfuz ediyordu. Heykelin adandığı tanrıça Severina idi. Sağ eliyle neredeyse başındaki miğferine varan bir mızrak tutuyordu. Mızrağın her iki keskin ucu da göz kamaştırıcı altındandı. Severina’ya adanan, usta heykeltıraşların ve zanaatkarların usta elleriyle ürettiği bu heykel, tüm ihtişamı, estetiği ve Severina’nın güzelliğiyle tapınakta göz kamaştırıyordu.
“Ey Severina! Hangi uyku seni yenebilir ki, sessiz kalasın.”
Severina, heykel üzerinde bir mersin çiçeği kadar saf ve güzel tasvir ediliyordu. Nergis çiçeklerinin kıskandığı altın sarısı saçlarının üzerinde altın bir miğfer vardı. Miğferinin sadeliği büyük, gösterişli çiçekleriyle zambakların çarpıcı zarafetine sahip elbisesi ahenkle dans ediyordu.
“Ey Severina! Yaptıklarımın varlığına tanık ol!”
Aquila, kollarını kaldırdı ve iki eliyle yüzüne perde olan ince ak ipek başlığını kaldırdı. Severina’nın muazzam heykeli karşısında gözleri doldu. Onun yüceliğine her zaman tanık oluyordu, ancak heykelin heybetiyle göz göze geldiği her an kalbinde mersin çiçekleri açıyor gibi hissediyordu. Sanki onun varlığını kendi içinde hissediyor gibiydi. Yüzüne inen başlığı geriye attı, kısa ve kıvırcık saçları ortaya çıktı. Gözlerine düşen saçlarını kulaklarının arkasına attı. Önündeki küçük kaidenin üzerindeki geniş ve gümüş tasta duran nemli mersin çiçeklerini kokladı ve tasa koydu. Ellerini karnında birleştirdi ve başını eğdi.
“Severina! Seni kalbimde ve zihnimde anıyorum. Bana doğruyu ve içimdeki iyiliği görebilmem için yardım et. Bana en zora katlanabilmek için sebat ver. Görevimi tamamlayabilmek ve dayanabilmek için bana güç ver!”
Aquila, yerlerinde bir çift zümrüt gibi parlayan gözlerle son kez Severina’ya baktı. O sırada arkasından ona doğru yaklaşan ayak seslerini duydu.
Iovita yaklaştıkça, ağır savaşçı botlarının mermer zeminde çıkardığı ses daha fazla yankılanıyordu. Aquila sol omzunun üstünden Iovita’ya baktı.
“Zamanı geldi,” dedi, Iovita. İki adım daha attı ve dik bir şekilde durdu. Sağ eli çift ağızlı kısa kılıcının kabzasındaydı.
Iovita, Aquila’dan uzundu. Üzerindeki ağır lejyon zırhı onu daha kaba gösteriyordu. Kalın bir ağız ve boyun koruması olan miğferini sol eliyle tutuyordu. Miğferin tepesinden kırmızı yele süzülüyordu. Sırtını ve göğsünü koruyan iki çelik plana zırhı kırmızı tuniğinin üzerinde tapınaktaki birçok noktadan gelen ışıklarla parlıyordu. Omuzlarından mermer zemine kadar süzülen, altın kancalarla sabitlenmiş kırmızı pelerini neredeyse tüm vücudunu örtüyordu. Iovita’nın caydırıcılığı kılıç ve büyü kullanma yeteneğinden ibaret değildi. Zırhı da en az yetenekleri kadar caydırıcılığını gösteriyordu. Öyle de olmalıydı, çünkü o ölüm döşeğindeki kralın tek çocuğunun vasisiydi. Aynı zamanda çok da yetenekli bir efsunkılıç üstadı idi.
Aquila, henüz yirmi yedi kış görmüştü. Buna rağmen, krallığın yönetiminde erken bir geçiş olsa da buna hazırlıklıydı. Ancak, kral babasının ona vasiyet ettiği görev daha önce göremediği maceraları deneyimlemesine sebep olacaktı. Maceranın da heyecan dolu tarafı bu olsa gerekti.
Kralın özel odasında hekimler ve senatoda koltuk sahibi senato üyelerinin birkaçı bulunuyordu. Aquila ve Iovita odaya girdiklerine hepsinin gözleri kapıya dikildi. Önden Iovita odaya girdi. Önce ölüm döşeğindeki krala, sonra da senatörlere selam verdi.
Aurelius, gözlerini kapıya çevirdi. Başını hareket ettiremeyecek kadar yorgundu.
“Aquila. Kızım!”
Aquila, Iovita’nın ardından odaya girdiğinde, babasının yatağının tam karşısında yer alan büyük masada Aquila’nın kartalı Alke büyük tüneğinde duruyordu. Aquila’yı görünce kanatlarını açtı ve yavaşça çırptı.
Aurelius’un kartallara olan hayranlığı bütün krallıkta dilden dile dolaşırdı. Öyle ki, beş lejyona da krallık egemenliğinin sembolü olsun diye kartal sancağı verildi. Sancak bu yasadan sonra lejyonların onuru hâline geldi ve sancakların kaybedilmesi lejyona, hatta onu idare eden komutanın ailesine uğursuzluk getirirdi.
Alke, Aurelius’un elli iki kişilik beşinci seviye lejyonerden oluşan kişisel muhafız birlik sancağının sembolüydü. Dolayısıyla Aurelius ve ailesi için önemi çok yüksekti. Aurelian Krallığı’nın hükmettiği Aurelia Latium bölgesindeki kartallar, yetmiş beş kış görebilirlerdi. Aquila ile aynı gün doğan Alkes de onlardan bir tanesiydi. Aurelius, Alke’yi kızına armağan etmişti.
Aquila, babasını yatağında çaresizce uzanmış hareketsiz görünce hüzünle ona baktı Yatağının yanına yaklaştı. Babası ona son kez baktı ve gülümsedi. Aquila, babasının elini ellerinin arasına aldı ve o da gülümsedi.
Bir süre böyle bakıştıktan sonra Aurelius, “En batıdaki adada korunan parşömeni bul,” dedi ve son nefesini verdi.
O an oda sessizleşti. Alke bile başını eğmiş Aurelius’u izliyordu. Onun ölümünün üzerinden aylar geçti. Krallığın bürokrasisi sağlam temeller üzerine kurulduğundan kralın ölümü krallığı ne politik ne de ekonomik anlamda sarsmıştı.
Aquila, Iovita’nın da desteğiyle eğitimlerine ara vermeden devam ediyordu. Aynı zamanda parşömen ile ilgili bilgilerini genişletmek için kütüphaneye uğramayı aksatmıyordu.
Aquila, Aurelian Krallığı kontrolünü elde ettikten sonra kötü bir kehanetin başlayacağı havadisi kısa sürede diyara yayıldı. Eğer engel olunmazsa gökyüzünde devasa geçitler açılacak ve Ötediyar’ın işgalcileri Aurelia Latium’un da bulunduğu dünyayı yer ile yeksan edecekti. Kral ölüm döşeğindeyken kızına bir maceraya çıkmayı vasiyet etmişti. Ancak bu vasiyet, sadece bir yolculuktan ibaret değildi.
Rivayete göre, genç kraliçenin bulması gereken bu parşömen, Ötediyar’ın geçitbüyücüleri tarafından açılan geçitleri kapatacak büyüyü saklıyordu. Ancak, kraliçenin önce büyü kullanmasını öğrenmesi gerekiyor. Vasisi ona büyü eğitiminde ve kılıç eğitiminde yardımcı oluyordu, ancak bu yeterli değildi. Iovita’nın eğitimleri yararlı olsa da önce kendi zihninde bu eğitimin temelini tamamlamalıydı. Büyüde ustalaşmak çok az kişiye bahşedilmişti. Onlar da bir insan ömrü boyunca eğitimlerini sürdüren keşişlerdi. Iovita da onlardan biri olma yolunda ilerliyordu. Genç yaşlarında başladığı kılıç eğitimini, orta yaşlara geldiğinde krallık ordusuna katılmasıyla pekiştirmişti. Zamanla kralın sadık bir danışmanı oldu. Yetenekli simyacılardan ve ak büyücülerden dersler aldı; eğitimi on yedi kış sürdü ve sonunda efsunkılıç üstadı olmaya hak kazandı. Kral Aurelius ölünce de genç kraliçeyi canı pahasına koruyacağına yemin etti.
Aquila, Alke ve Iovita’nın yolculuğu tüm diyarın kaderini değiştirecekti.
Bir hafta sonra…
Aquila, uykusundan uyanmış, çadırının tavanına bakıyordu. Sol eli başının altındaydı. Sağ eliyle babasının ona hediye ettiği kartal, Alke’nin başını okşuyordu. Alke de onun karnına başını koymuş uyumaya devam ediyordu.
Dışarıda kuş sesleri hiç durmaksızın devam ederken, bir çift ayak sesi duydu. Alke birden irkildi ve uykusundan uyanıp kanatlarını açtı, kafasını ileri doğrulttu. Alke’nin bu tavrı Aquila’nın canını yakmak isteyenlere karşı takındığı, Aquila’nın çevresindekiler tarafından biliniyordu. Ancak, uykusuna düşkün olduğundan Alke’nin böyle davranması normal bir durum gibi karşılanıyordu. En azından şimdilik öyleydi.
Çadırın perdesini Ivoita araladı. Alke, Iovita’yı görünce kanatlarını indirdi ve geri çekildi. Açıkçası, Ivoita’dan çekiniyor gibi görünüyordu. Hem Aquila hem de Iovita bu duruma anlam verememişti. Alke’nin çekindiği tek kişiydi Iovita.
“Prenses, eğer uyku keyfiniz bittiyse yola devam edeceğiz.”
Iovita’nın sert mizacı ve Aurelius’a olan yakınlığı onun krallıktaki yerini ağırlaştırmıştı. Özellikle efsunkılıç üstadı olması bu konumunu destekledi.
Aquila, dar çadırından ferah ve çan çiçeği kokusunun yoğunlukta olduğu bir ormana çıktı. Halebosa adlı bu ormandaki çan çiçeklerinin yoğunluğu, Aurelia Latium’daki simyacıların yanı sıra, tekstille uğraşan dükkân sahiplerinin de oldukça ilgisini çekiyordu.
“Peki, ya yemek,” dedi, Aquila. O sırada Alke havalanarak kanatlarını açmak için uçmaya başladı. Iovita, Aquila’ya elma fırlattı. Ancak, o buna hazırlıklıydı, çünkü daha önce ondan aldığı eğitimlerde mola verdiklerinde, Aquila her aynı soruyu sorduğunda, ona elma fırlatıyordu. Elmayı yakaladı, ama bir de iç geçirdi.
“Çadırlar kalabilir,” dedi, Iovita. “Muhafızlar halleder, biz çok gecikmeden yola koyulmalıyız.” Gökyüzüne baktı. Mavi ve yeşil arasında gidip gelen bir renk dalgası gökyüzünde sanki hayaletimsi izler yaratıyordu. Bu izler derin değildi. Iovita’nın söylediği gibi geç kalınırsa, büyük bir tehlike baş gösterebilirdi.
Aquila da gökyüzüne baktı. “Geçitbüyücülerinin işi mi,” dedi.
“Öyle görünüyor,” dedi, Iovita. Miğferini beline astı.
Iovita ve Aquila, Alke’nin sesini duydu. Çok da uzaktan gelmiyordu. Alke onlara doğru çadırların arkasından süzülerek yaklaştı ve Aquila’nın koluna kondu. Nefes nefeseydi. O sırada bir aslanın kükremesi duyuldu. Ardından da aslan kendisini ağaçların arasından gösterdi. Yavaşça onlara yaklaşıyordu.
Iovita, miğferini başına geçirdi ve kılıcını kınından çekti. “Muhafızlar benimle kalın,” dedi. Sonra Aquila’nın omuzundan tuttu ve onu geri çekti. “Arkamıza geç!”
Dört muhafız, Iovita’nın iki yanına da dizildi. Boyu eninden fazla ve dışbükey kalkanlarını önlerine aldılar ve beklediler. Iovita da kılıçla bekliyordu. Aquila ise Alke ile arkalarındaydı. Aquila aslanı görebilmek için parmaklarının üzerine basıyordu.
Aslan çadırı geçti. Sol ayağını ileri atıp, başını öne eğdi. “Kraliçe Aquila,” dedi. Iovita ve muhafızlar şaşkınlıkla birbirlerine bakıştılar. Aquila muhafızların arasından çıktı ve aslana göründü. Aslan başını kaldırdı.
“Demek doğruymuş! Kral Aurelius ölmüş,” dedi, aslan. Ardından kükredi ve o kükreyince, Alke, Aquila’nın kolunu ayaklarıyla kavrayıp geri çekti. Muhafızlar ve Iovita tekrar önceki pozisyonlarına geçtiler. Aslana daha yakındılar.
Erkek aslanın kükremesinin ardından arkasında iki dişi aslan daha ormanda belirdi. Onların beraberinde iki bozayı ve ormanda varlığını sürdüren diğer hayvanlar da çıkageldi. Muhafızlar etrafa şaşkınlıkla bakıyorlardı. Iovita hepsinin arkasında bir figür gördü. Bu figür ilerledikçe muhafızlar da ona doğru ilerliyordu. Ancak, aralarındaki hayvanlar da geri adım atmaya başlamışlardı.
Figür sağ elini havaya kaldırdı. “İndirin silahlarınızı, dostlarım. Bizden size zarar gelmez.”
Iovita, figürü net görebilmek için ona biraz daha yaklaştı. Dikkatlice figürü gözleriyle süzdükten sonra, kılıcını indirdi ve kınına soktu.
“Daha iyi bir selamlama yöntemi bulamadın mı, Alathar?”
“Her Aurelian gibi sizler de her şeyi tehdit olarak görüyorsunuz, sevgili dostum,” dedi, Alathar.
“Öyle görünüyor ki, artık aslanların ağzından da konuşabiliyorsun,” dedi, Iovita. Güldü.
“Orman bana istediğimi veriyor ve ben de karşılığında onları koruyorum,” dedi, Alathar. Tebessüm ederek, elini kalbine götürdü. Bu hareket bir selamlaşmaydı.
Iovita, arkasındaki muhafızlara eliyle işaret ederek silahlarını indirmelerini emretti.
“Aquila!”
Alke, muhafızlardan birisinin kalkanına kondu. Aquila da muhafızların arasından tekrar kendisini gösterdi.
“Aquila. Telaş edecek bir şey yokmuş,” dedi, Iovita. Alaylı bir sesle devam etti. “Meğer bizim her şeyi tehdit olarak görmemizden kaynaklanan bir yanlışlıkmış.”
Alathar, Aquila’nın karşısında eğildi. “Kraliçe Aquila!”
“Alathar ile tanış, Aquila. Babanın sadık bir izcisidir. Sadece Halebosa değil, Aurelia Latium’daki tüm ormanlarda vakit geçirmiştir. Bu değerli vakti de avantaja çevirerek, hayvanlarla dost oldu. Zaman içinde onların dilini öğrendiğini hatta onların ağzından konuşabildiğini duymuştuk. Ancak, bir aslanın ağzından konuşabildiğini ilk defa gördük.”
Aquila da başını eğerek selam verdi.
“Sizin hakkınızda babam çok hikâye anlatmıştı. Ancak, bu kadarını hayal etmek biraz ilginçti. Şimdi, sayenizde buna tanıklık ettim.”
“Sizi hayal kırıklığına uğratmadığım için memnun oldum, kraliçem,” dedi, Alathar.
“Ancak, Alathar kulağa pek Aurelian ismi gibi gelmiyor.”
“Doğrudur, kraliçem. Bu isim bana babanız tarafından verildi. Alathar, kuzey dilinde ormanın gözü anlamına gelir. Babanızın kuzey seferinde tanıştığı, Versinetrus adlı savaş şefinin oğluyum. Babamın kendi kabilesi tarafından ihanete uğraması, Kral Aurelius ile tanışmama vesile oldu. Daha iyi şartlarda tanışmak isterdim, ancak öyle olmadı. Babanız, Versinetrus’un durumunu öğrenince kuzeye sefere çıktı. Seferi oldukça başarılıydı ve beni de tutsaklıktan kurtardı. Ona hayatımı borçluydum. Onun ölümü, kalbimizde sağlayacağımız bir iz bıraktı. Hüzünden. Hizmetinizdeyim.”
Iovita, kollarını göğsünde birleştirdi ve tebessüm etti.
“Sadakat kolay bulunan bir şey değildir, Aquila. Bu yüzden sana sadık olanları yakınında tutmalısın. Ben, Kral Aurelius ve Kaeso Düzeni’ne olduğu kadar sana da bağlı kalacağıma dair yemin ettim. Buna sen de şahit oldun. Ancak, Alathar’ın doğrudan babana olan sadakati aynı zamanda ailene de bağlıdır. Senin güvenini sarsmayacağına garanti verebilirim.”
Efsunkılıç üstatları, Kaeso adında bir düzene bağlıydılar. Bu düzen, Kral Aurelius’un kurduğu özel bir birlikti. Kaeso, mavi ve gri anlamına geliyordu. Bu yüzden efsunkılıç üstatları, zırhlarında mavi ve gri renkleri barındıran kumaş parçası taşırlardı. Düzene katılabilenlerin sayısı sınırlıydı. En azından Aurelian Krallığı’nın böyle bir sınırlaması vardı. Efsunkılıç eğitimi, Aurelian Krallığı sınırları içerisinde en fazla yirmi savaşçıya öğretilirdi. Düzene her isteyen de katılamazdı. Bu kişilerin öncelikle kılıç üstadı olması gerekiyordu. Resmi olarak efsunkılıç kullanan birisinin yaşamını yitirmesi ya da azledilmesi, düzene katılan kılıç üstatlarına efsunkılıç rütbesine yükselmeleri için bir fırsat verirdi. Uzun ve çok ağır bir eğitimin ardından, bu savaşçılar efsunkılıç üstadı olarak anılırlardı. Bu yüzden Kaeso Düzeni, Iovita ve diğer efsunkılıç üstatları için önemliydi.
Alathar, Iovita’nın sözlerine karşılık başını eğerek teşekkür etti.
“Kraliçem! Eğer bana olan güveninizi sınamak istiyorsanız size, sizde olması gereken bir armağanı sunak isterim.”
Bunu Iovita da beklemiyordu.
Alathar, sol elini havaya kaldırdı ve bir süre sonra arkasından bir kuzgun, bir parşömenle onlara doğru süzüldü. Kuzgunun getirdiği parşömeni Alathar eline aldı ve diz çöktü. Parşömeni Aquila’ya uzattı.
Aquila, önce Iovita’ya sonra da Alathar’a baktı. Parşömeni aldı. Ancak, parşömen beklediğinden ağırdı.
“Parşömenin işlendiği büyülerin gücü onun ağırlığını belirler, kraliçem. Parşömen bir kez kullanılmalıdır. Kullanımı sırasında, bir efsunkılıç üstadından yardım alınması gerekiyor. Iovita size doğru yöntemi gösterecektir.”
Iovita, elbette düzene katıldığında bu eğitimi almıştı. Alathar’ın sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha görünce şaşkınlığını gizleyemiyordu.
“Şaşkınlığınızı anlıyorum. Iovita, senin de söylediğin gibi sadece Halebosa değil, her yerde kulağım, elim, gözüm ve ağzım vardır.”
Aquila da parşömenin muazzam işçiliğini inceliyordu.
“Parşömeni kullanabilmek için Uluthum’a gitmeniz gerekir. Oradaki büyüsel güç sizi parşömenin gücünden koruyabilir.”
Alathar’ın bu beklenmedik armağanından sonra Aquila, Alke, Iovita ve dört muafız batıda bulunan iki gün mesafedeki, Uluthum’daki dağlarla çevrili vadiye vardılar.
Dört muhafız Aquila’nın etrafında daire oluşturdu. Alke de onların etrafında uçuyordu. Iovita, Aquila’nın karşısına geçti.
“Hazır mısın?”
“Sanırım.”
“Sanma, Aquila. Kendine güven, eğitimdeki gibi!”
Aquila bir kez daha parşömene baktı. “Hazırım,” dedi.
“O zaman parşömeni kutusundan çıkar ve başlayalım.”
Efsunkılıç büyüleri, normal büyülerden farklıydı. Çok tehlikeli olabilirlerdi. Uzunca bir süre eğitim gerekiyordu. Iovita da düzenindeki baş efsunkılıç üstadından sonra en iyi üstattı. Onun için bu parşömeni kullanmak kolaydı, ama Aquila için zorlu olacaktı.
Aquila, parşömeni kutusundan çıkardıktan sonra mührünü çözdü. Çözülen mühür yere düşünce bir sarsıntı yarattı. Parşömen şiddetle akan bir şelale gibi açılarak yere süzüldü.
“Parşömende yazılı olanı okuman gerekiyor, Aquila. Ben sana güveniyorum! Bizler sana güveniyoruz!”
Aquila, parşömenin üzerindeki satırları okumaya başladı. O okudukça gökyüzünde spiraller yaratan mavi ve yeşil alan genişlemeye başladı. Yel ve sarsıntılar ayakta durmalarını zorlaştırıyordu.
Iovita, bağırarak sesini duyurmaya çalıştı.
“Aquila! Aquila! Büyü gücünü ezmeye çalışıyorlar. Buna izin vermemelisin. Onları engelleyebiliyorum, ama fazla dayanamayacağım.”
Muhafızlar, çift ağızlı kısa kılıçlarını toprağa saplamışlardı. Kalkanlarıyla da kendilerini yelden korumaya çalışıyorlardı.
Aquila, Severina’ya seslendi.
“Ey Severina! Yaptıklarımın varlığına tanık ol. Seni kalbimde ve zihnimde anıyorum. Bana doğruyu ve içimdeki iyiliği görebilmem için yardım et. Bana en zora katlanabilmem için sebat ver. Görevimi tamamlayabilmek ve dayanabilmek için bana güç ver!”
Severina, Aquila’nın çağrısına kulak vermişti. Bulundukları yere mersin çiçekleri yağmaya başladı. Büyük bir ak baykuş da çevrelerinde dönüyordu. Aquila’nın gözleri ak baykuşu görünce güldü. Iovita ve muhafızlar şaşkındı. Tanrıça Severina onların yanındaydı. Ak baykuş hızlanmaya başladıkça yel ve sarsıntılar da hafifliyordu.
Aquila, parşömende yazılı olan son satırları yüksek sesle okudu. Gökyüzünde genişleyen korkunç görüntüye sahip girdap hızlıca kendi içine çekildi ve büyük bir gürültü vadiye yayıldı. Aquila, Alke, Iovita ve muhafızlar girdabın etkisi yüzünden yere düştüler.
Aquila, gökyüzüne bayılmadan önce son kez baktı. Ak baykuş, berrak ve mavi gökyüzünde uçuyordu. Aquila’nın etrafında bir kez daha döndükten sonra gökyüzüne doğru yükseldi ve kayboldu. Aquila, mersin çiçeklerinin kokusu içerisinde bayılmadan önce son kez Severina’nın suretini gördü. Kanlı canlı gökyüzünden süzülerek iniyordu.
Geçidin kapanmasının üstünden bir gün geçti.
Aquila, gözlerini odasında açtı. Pencereden içeriye yel hafifçe süzülüyordu ve sıcaklığını Aquila’nın üzerinde hissettiriyordu. Perdeler hafifçe dalgalanıyordu. Iovita o sırada kapıyı araladı ve içeriye baktı, ardından odaya girdi.
“Her güzel şeyi bozmak zorunda mısın,” dedi, Aquila.
“Sanırım,” dedi, Iovita. Aquila’nın Uluthum vadisindeki sözüne gönderme yaparak.
İkisi de güldü.
“Geçitten ne haber,” dedi, Aquila.
“Kapandı,” dedi, Iovita omuzlarını silkerken. “Öylece gitti.”
“Peki, Alathar,” diye sordu, Aquila, yatağında doğruldu.
Iovita başını hüzünle eğdi.
“Hayır,” dedi, Aquila.
“Alathar, bir izciden ibaret değildi, Aquila. O aynı zamanda bir efsunkılıç üstadıydı. Ormanda gördüğümüz ve Alathar sandığımız figür ise görevini tamamlaması için ona bahşedilen bir büyü gücüydü. Aslında birkaç kış evvel vefat etmişti. Ancak, görevini tamamlaması için son büyü gücünü de bunun için harcadı.”
Aquila, üzgün bir şekilde iç çekti. Alke de onun yanına uçtu.
“Görevini tamamladığı için huzurla vefat etti, Aquila. Kendisi için üzülmemizi istemedi. Daima neşeliydi, bizim de öyle kalmamızı isterdi. Bu görevi tamamlamamız onun için oldukça önemliydi.”
“O hâlde onların krallığa olan hediyelerini muhafaza etmek için elimizden geleni yapacağız, Iovita. Hep benim yanımdaydın. Tıpkı Severine gibi, lütfen bundan sonra da öyle olsun.”
Iovita, Aquila’ya yaklaştı. Aquila da o sırada yatağından çıkmış pencereden şehri izliyordu. Iovita diz çöktü.
“Her zaman, kraliçem!”