Kısa Hikâye: Kioku

Kioku, bir hatıradır. Bu öykü bir uyku arayışıdır. Yorgun bir zihne ve kalbe sahiptir. O dünyadan kaçış yolu olarak gördüğü uykuyu ararken, alelade tanıştığı bir kadının davetsizce masasına oturmasıyla hayatın getirdiği acı tat hakkında düşünmeye başlar. Bu gizemli karşılaşma, adamın kendini sisli bir ovada bulduğu, anlamlı bir yolculuğa dönüşerek hayatın ince çizgileri ve seçimleriyle ilgili derin bir keşife çıkarıyor.

KIOKU

“Ağaran her günün ilk ışığından itibaren, tekrar uyuyacağım zamanı iple çekiyorum. Bedenim değil yorgun olan; zihnim, kalbim bitkin. Hiç ait hissetmediğim ve aitmişim gibi yapmaktan yorulduğum bu dünyadaymışım gibi. Uyku, her zaman bu dünyadan bir kaçış yoluydu. Öyle hissediyorum ki, bir gün bunu her gün yapmama gerek kalmadan sonsuza dek uyanmamak üzere uykunun karanlık, huzurlu ve büyülü kollarına kendimi bırakacağım.”
Adam, kadehindeki pinot noir şarabı yudumladı. Sek şarap, alkolünden ziyade karmaşık buruk bir aromayı, meşe ve vanilya karakteriyle açığa çıkarıyordu.
Şarabını ısmarladığı barın önündeki cevizden üretilmiş koyu ve yıllara meydan okuyan pürüzsüz zemini belirgin ahşap masada otururken, ılık rüzgârın ensesinden tıpkı ona sarılır ve öper gibi süzüldüğünü hissetti. Çevresindeki insanların sesleri birbirine karışıyordu. Gürültüye tahammülü yoktu. Ne ışığın, ne sesin gürültüsüne tahammülü vardı. Rüzgâr bu sesleri sanki alıp ondan uzaklaştırıyordu. Bu yüzden rüzgâr dostuydu. Rüzgârın tatlı dokunuşunu hissettikten sonra bir koku yoğun bir şekilde barın baktığı sokağı sardı. Yolun aşağısında, yaşlı bir çiftin işlettiği eski bir kitapçının yanındaki fırından süzülerek yolculuk eden, dumanı üstünde taze yaban mersinli kurabiyelerin kokusunu soludu. Tebessüm etti. Ardından düşünceleri yeniden zihnini doldurmaya başladı.
“Olur da sonsuza dek, hiç uyanmamak üzere uykuya sarılırsam, yoğun bir muharebedeki siper savaşındaymış gibi mücadele ettiğimi bileceğim. Gözlerimi açık tutabilmek için sürekli çabaladığımı bileceğim. Eğer bir gün uyanmazsam, bu muharebeyi kaybetmişim. Değil mi? Nihayetinde kimilerinin yokluğu, başkasına ders olur. Birlikte neler yaptığını hatırlatır insana, neler yaşadıklarını ve neler yaşayabilecekken, geriye atılan her adım için neleri kaçırdığını düşünür. Yine de şu yaban mersinli kurabiyeyi daima özleyeceğim sanırım.”
Adam, masasındaki çizgilere baktı. Bir kısmı cila ile kapatılmaya çalışılmışsa da cila yırtılmıştı. Herkes yorulduğunu hisseder; yaşadıklarından ve gördüklerinden sonra pes etmeye ramak kala, bir karanlıktan kurtulmak için bir ışık bağlar onları hayata. Tıpkı filizin betonlar arasından, betona inat güneşin sıcaklığını yapraklarında hissetmek için çabalayıp yükselmesi gibi. Ancak, bir silindir misali gelir geçer bazı insanlar da bu filizin üzerinden, hiç düşünmeden.
“Sıcaklığını yüzünde hissetmeye çalıştıkça, ışığını arzuladığın güneşinin ışıklarının senin yüzünü okşamaması acı bir tatmış,” dedi, adam fısıldayarak. Yüzünde buruk bir tebessüm yer etti. İstemese de… “Yorucu,” dedi. “Hızla yol alan bir arabanın içinde yolculuk ediyormuşsun gibi yaşamak, yorucu.”
Adamın masasının önünden geçen bir kadın onu gördü.
“Bir zamanlar çok hoşumuza giden bir şeyi asla kaybetmeyecekmişiz gibi yaşamaya çalışınca, evrendeki en parlak yıldızlar bizim parçamız olur.”
Kadın, adamın oturduğu masanın sandalyesini çekti ve oturdu.
“Nedir bu acı tat,” diye sordu.
“Kioku,” dedi, adam sadece.
Kadının tebessüm eden yüzü buruklaştı, gözlerini masaya dikti.
“Çizgiler,” dedi, kadın sandalyesine yerleşirken. “Hayatımızda bize yön veren seçimlerimiz. Öyle ki, bazen bir sevinç seni kucakladığında, birden karanlık bir sis sarar etrafını. Sonra bir bakarsın ki—-”
“Tıpkı sisli bir ovada tek başına ve yalın ayak yolculuk ederken, gerçekten bir güneşin ısıttığı çimlerin üzerinde dolaşıp kendini güvende hissedersin. Çünkü, gerçek güneşin oradadır,” diye, tamamladı, adam.
“Evet,” dedi, kadın buruk bir tebessümle.
“Ancak, yorgun zihnim ve kalbimle sisin içinde kaybolup gözlerimi kapatana kadar,” dedi, adam.
“Kioku,” dedi, kadın. Adamın karşısında otururken sisler içinde kayboldu.
Adam, gözlerini kapadı.
Gözlerini açtığında, üzerine saf karın çarşaf gibi süzüldüğü irili ufaklı dağların çevrelediği, sisli bir ovada kendisini buldu. Ay kadife gibi parlıyordu. Çimlere sırt üstü uzandı etrafındaki çimlerin kokusu yoğunluğunu korurken, gökyüzündeki yıldızlara baktı.
Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.