Yazdığım her eseri severim, değer veririm ve canımdan bir canmış gibi önemserim. Gel gelelim, Şakayık Şövalyesi benim ilk göz ağrımdır. Dolayısıyla, bu öyküden biraz bahsetmek isterim.
Şakayık Şövalyesi, kahramanlık ve onur kavramlarını yeniden tanımlar bence, çünkü geleneksel bir prensesi kurtar misyonunun anlamlı bir yolculuğa dönüştürür. Uçan Ayı Hanı’ndaki söylentilerle başlayan serüven, şövalye olma hayaliyle yanıp tutuaşn Dun Loreth’i, Prenses Allenora’yı kurtarması için Buz Kılıç Gölü’nün ötesindeki Seroll Unth Kalesi’ne gönderir. Söylentiler olsa da bu görev, Dun Loreth’in beklediği gibi ejderha ve düşmanlarla dolu epik bir sefer değildir. Bu onun iç dünyasıyla yüzleşmesini gerektiren, çok daha derin bir sınava dönüşür. Öykü gerçek cesaretin düşmanı kılıçla yenmek değil, beklenmedik gerçeklerle yüzleşmek ve başkalarının kendileri için güdeceği, hayatlarına yöne vereceğini düşündükleri iradelerine saygı duymayı anlatır.
Dun Loreth, prensesin aslında bir Kış Ejderhası olarak adlandırlan Kırağı tarafından neden tutsak edildiğini öğrenir. Bu durum, onun şövalyelik yeminlerinin ve sadakat kavramının ne anlama geldiğini sorgulamasına yol açar. Prenses Allenora’nın kendi kaderini belirleme hakkına saygı göstermesiyle, Dun Loreth’in sadakati ve onuru yeni bir boyut kazanır.
Şakayık Şövalyeliği’nin düsturları sadakat, cesaret ve saygı ilkeleri üzerine kurulmuştur, ve Dun Loreth, bu üç temel erdemi tüm varlıklar için benimser. Öykü bize der ki, güç ve onur dışsal değil, içsel bir olgudur, fiziksel savaştan daha güçlü olan zihinsel ve ruhani bir dönüşümdür.
Etiket arşivi: Kısa Hikâye
Kısa Hikâye: Ötediyarın Geçitleri
Yaşlı ve Kadim Aurelius ölmüştür. Aquila artık Aurelia Latium’un kraliçesi olmuştur. O, krallığını şer kehanetten kurtarmak için Ötediyar’ın Geçitlerini kapatacak büyüyü bulmak üzere bir yolculuğa çıkması gerekir.
Arayış, yalnızca büyülü bir nesneye ulaşmanın zorluğunu ve gerektirdiği fedakarlıklar üzerine yoğunlaşmamaktadır. Temelde görevin ve liderliğin anlamının sorgulandığı bir içsel yolculuğu da anlatmaktadır. Aquila’ya yol gösteren Alathar’ın aslında uzun zaman önce ölmüş bir ruh olduğunu öğrenmesiyle serüven, fiziksel varlığın ötesindeki fedakârlığın ve bir amaca olan bağlılığın gücüne vurgu yapar.
Aquila en büyük kahramanlığın, tıpkı babası gibi, bir miras bırakma cesaretinde ve bu mirasın ölümden sonra bile devam edebileceği fikrinde yattığını öğrenir.
Kısa Hikâye: Savaşbüyücüsü
Savaşbüyücüleri bu diyarda hor görülür. Bir kara elf soyundan gelen Tevos da savaşbbyücüsü olma yolunu seçmiştir ve bu yolda yürümüştür de. Onun büyü ve bilimi birleştirme arzusuyla başlar serüveni. Ancak, hayatın temel anlamlarını ve gücün doğasını sorgulamaya vakit ayırmaz. Tevos’un, bir zamanlar savaşbüyücüsü olarak yer aldığı muharebelerden edindiği tecrübeleri, yeni bir büyüyü keşfetme arzusunu kuvvetlendirir. Sözüm ona değerli keşifi, sadece aletritten külçe oluşturarak maddi refah elde etmek istemesine dönüşür.
Burada kadim büyücülerin bile, doğanın kendi döngüleri ve gücü karşısında ne kadar kırılgan olduğunu görürüz. Bir yandan macerayı ve büyüyü görürken, bir yandan da bilim, sanat ve doğa arasındaki ince dengeyi sorgulamaya da vakit ayırıyoruz. Her ne kadar materyal bir dünyada yaşıyor olsak da bizi biz yapan düşündüklerimizin eyleme dönüşmesi değil midir?
Kısa Hikâye: Günindi Diyarındaki Bahçe
Günindi Diyarındaki Bahçe, dürüst olayım, yazarken beni yormuştu, ama öyle bitkinlik veren bir yorgunluk değil, aksine keyifliydi. Burada bir elf olan bilge botanikçi Galâhid’in yaşamını ve bahçesine odaklanan lirik bir tema var.
Galâhid’in bahçesinde yetiştirdiği rengârenk çiçeklere duyduğu sevgi ve onlara gösterdiği özen, onun incelikli ve barışçıl doğasını yansıtıyor. Bir kâbus gördükten sonra bunun ardındaki endişeye kapılır. Çünkü Galâhid’in hayat felsefesine tezat oluşturan, doğanın ve barışın yok olduğu bir dünyayı tasvir ediyordur bu habis düş.
Genellikle, elfler narin ve kırılgan aktarılsa da hepsi öyle değil elbette, ama benim işlediğim diyarda Galâhid için bunu söyleyebiliriz. Bu onun hayata bakış açısını da değiştirmiştir.
O inceliğin ve adaletin kaba kuvvete karşı üstünlüğü ve iyiliğin, doğanın ve tüm canlıların güzelliğini korumak için yegane şey olduğuna inanır.
Tamamlayıcı Hikâye: Milonia ile Wenefreda
Milonia ile Wenefreda başlıklı kısa hikâye, Luadun’Dal Efsanesi’ndeki iki kahramanın aralarındaki ilişkiyi konu edinmektedir. Bu ilişkileri, Milonia’nın idaresindeki Damanhur’a Alev Semenderler tarafından yapılan saldırıyla daha fazla perçinlenir.
Hikâye, Luadun’Dal Efsanesi: Kayıp Şövalye’de Kraliçe Milonia’nın daima hatırladığı ve bahsettiği Wenefreda kendisi hakkındaki ve ilişkileriyle ilgili boşlukları doldurmaktadır.
İyi okumalar dilerim, sevgili okur!
Okumaya devam etKısa Hikâye: Tiran Kraliçe
Elnaril her zaman bir kaosa sürüklenmiştir. Burada güç hırsı ve zulmün kuşaklar boyu nasıl devam ettiğini size anlatmaya çalıştım. Öykü, zalimliği ve acımasızlığıyla tanınan ateş elfi kraliçesi Merialeth Norra’nın, aynı diyardaki krallıkları fethetmesiyle başlar. Norra, tıpkı iki yüz elli bin kış önceki atası Shandalar gibi gücü ele geçirmek ve toprak bütünlüğünü sağlamak için kan, entrika ve kaba kuvvet kullanır. Ne kadar alışkınız bu terimlere ve uygulamalara değil mi?
Bu Elnaril’de şaşırılan bir şey değil. Çünkü güç için kendi ailelerini bile feda eden ateş elflerinin doğasında var bu, bir yasa bellemişler.
Shandalar’ın acımasız fetihlerinin önüne geçen birisi daha var. Her kötünün karşısında daima bir iyi olur, ama bazen gri de kalır bu kalıp. Yine de öyküyü okurken, Elnaril’de, Buz Ejderhalarının Efendisi’nin soyundan geldiğini iddia eden Kılıçların Kraliçesi Merhild ile olan mücadelesine taşınırız. Merhild, zarafetiyle ve iyilik için savaşan bir kahraman sıfatıyla Shandalar’ın zulmüne set çeker âdeta.
Okurken karşılaşacağınız doruk noktası, Merialeth Norra’nın da atalarının kaderiyle yüzleşmesidir.
Tiranlık ve zulüm, er ya da geç kendi sonunu getirir. Bu güç hırsının, felaketle sonuçlanan bir lanetidir.
Kısa Hikâye: Saltanat Kalesi Muhafızı
Saltanat Kalesi Muhafızı, günlükler hâlinde yazılmış bir öyküdür. Diyarın meşhur generallerinden birisinin günlüğünü bulmuşsunuz da onu okuyormuşsunuz hissi verir. Kendini Romanus Psellos olarak tanıtan bir generalin gözünden anlatılan öyküde onur, sadakat ve cesaret temalarını ön plana çıkarmaya çalıştım.
Psellos, imparatorluğun kuzey sınırındaki unutulmuş addedilen Eudoksia Kalesi’nde, imparatoriçenin en değerli hazinesi olan Theodora’nın Kalkanı’nı korumakla görevlidir. Bu kale, mimari güzelliği ve sağlamlığıyla bilinir. Her güzel şeyin bir de tehlikesi vardır. Öykü, Psellos ve kırk iki savaşçısının, beklenmedik ve gizemli bir şekilde minotorları da içeren bir cüce ordusunun kuşatmasıyla yüzleşmesiyle gerilim kazanır.