Size bugün bir kitaptan bahsedeceğim, ancak uzun uzadıya bu kitabın her sayfasını değil de gözüme takılan ve bana hitap ettiğini düşündüğüm şeyleri yazacağım. Belki kendimce bir şeyler de karalarım. Zira kitap okurken kendi hayatınızı da şekillendirebilirsiniz. Yani sadece kültürel seviyenizi artırmakla kalmazsınız, aynı zamanda hayatı nasıl yaşamanız gerektiğini de öğrenebilirsiniz. Mesela bir kitabı nasıl okumalısınız ya da bir okuma alışkanlığınız zaten varsa ne eksik ne fazla, öğrenirsiniz. İşte bugün size bahsedeceğim kitap da tam olarak bunlardan bahsediyor.
İlk kez 5 Temmuz 2024’te satın alarak okuduğum Hyunam-Dong Kitabevi bende bambaşka hislere kapı açtı. Keşke o gün bu kitaptan bahsetseydim diyorum. Bir de iyi ki böylesine içten ve tedavi edici romanlar yazan bir yazarın kitabı dilimize çevrilmiş. Öncelikle Hyunam-Dong Kitabevi’ni okumanızı tavsiye ederim. Kitabevi işleten bir hanımefendinin gözlerinden yaşadıklarını deneyimliyoruz.
Şu an bahsedeceğim kitap Hwang Bo-Reum’un, Türkiye’de Athica’dan Kasım 2025’te yayımlanan eseri Kitapların İyileştirme Gücü.
Kitapların İyileştirme Gücü’nde denk geldiğim birkaç bölümü size kendimce yorumlayarak aktarmak istiyorum. Ben profesyonel bir kitap eleştirmeni değilim. Bunun için eleştirel pek metodoloji konusunda bilgi sahibi olmamız gerekiyor. Yani bir kitabı profesyonel olarak eleştirmek istiyorsanız, kültürel ve edebi tarafları bir yana, yapısalcı çerçeveden de eleştirmeniz gerekiyor. Üstelik bir türü eleştirmek için kendinize hedef seçtiyseniz temel taşlarını şöyle bir gözden geçireyim de bir kez okumuş olayım demektense hatmetmiş olmanın önemi bana sorarsanız çok yüksek.
Hwang Bo-Reum’un Kitapların İyileştirme Gücü, benim zihnimde derin ufuklar açtı diyerek başlamak istiyorum. Elbette eseri ilk elimize aldığımızda arka sayfasını ve önsözünü okuyoruz. Sadece kapak tasarımına bakıp kitabı satın alan insanları da unutmamak gerekiyor.
Eseri okurken örneklendirilen pek çok diğer önemli ve edebi anlamda okumaya değer eserin aslında Türkçeye çevrilmediğini görmek beni üzdü. Nicolas Bouvier’in L’Usage du Monde eseri benim en çok ilgimi çeken eserlerden biri oldu. İsviçreli gezi yazarı Bouvier’in Yugoslavya, Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’a kadar uzanan yolculuğunu kaleme aldığı eserinde Türkiye de söz konusu bir yere sahipti. İlk olarak 1963’te İsviçre’de yayımlanmış, 1994’te ise İngilizceye çevrilmiş. Eserin Türkçesi ise henüz yok ya da çeviri aşamasında. Bunu Kitapların İyileştirme Gücü’nü okurken öğrenmek beni üzdü. Aslında sadece Hwang Bo-Reum’un eserinde gördüklerim değil benim de araştırıp keşfettiğim bir başka önemli eserin Türkçeye çevrilmemiş olması şaşırtıcıydı.
Yine günümüzde çevirisi olmayan ama tarihimiz açısından önemli bir niteliğe sahip olan bir eser de Felix Ribeyre’nin 1870’de yayımladığı Voyage de sa Majesté L’Impératrice en Corse et en Orient (S. M. İmparatoriçe’nin Korsika ve Şark Seyahati). Bu eserin Türkçe çevirisini bulamamıştık. Türkçesi varsa da eser üzerine bir proje çalışması yaptığımız sene (2024) böyle bir çeviriye erişemedik. Zira projeyle ilgili merciler dahi bu eserin Türkçe çevirisi olmadığını, hatta ilk defa böyle bir eseri gördüklerini söylemişlerdi. Buradan eserin Türkçesinin olmadığı kanaatine varıyorum.
Eser III. Napolyon’un eşi Fransız İmparatoriçesi Eugénie de Montijo’nun 1869 yılında gerçekleştirdiği görkemli seyahatleri konu ediniyor. Bu yolculuklar iki ana bölüme ayrılmış: Korsika ve Şark Seyahatleri. Elbette Şark Seyahati başlığında yazılan her bir satır görkemli bir şekilde anlatılmış. Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem misafirperverliği Eugénie de Montijo’yu ve maiyetini epey etkilemiş. Üstelik eser sarayda gerçekleşen törenler ve şehrin o dönemki atmosferine dair ayrıntılı bilgiler de içeriyor. Nasıl oluyor da Türkçesi bulunamaz ya da çevrilmemiştir anlayamadım. Türkçesi varsa da ben erişemediğim için sizlere şu yayınevi tarafından şu çevirmene çevirisi yaptırılmış da diyemiyorum. Ancak siz dilerseniz Fransız Ulusal Kütüphanesi Gallica’dan bu eseri okuyabilirsiniz.
Voyage de S. M. l’Impératrice en Corse et en Orient, Félix Ribeyre
Şimdi Hwang Bo-Reum’un eserine dönelim.
Senaryo ve içerik yazarı olarak çalıştığım ofise giderken vapuru kullanırdım. Sabahları bu vesileyle keyifle kitap okuduğum anlardandır. O anlardan birinde yazarın Kitapların İyileştirme Gücü eserinin Ara Sıra Okumak başlıklı bölümünde, kendimle özdeşleştirdiğim bir cümlesine denk geldim: “Hiçbir alanda en iyisi olamadım (özür dilerim) ama bazen romantik bir ruh haline kapılıp o zamanlar sevdiğim yazarları hatırlayabiliyorum.” Buradaki mütevazılığı fark ediyor musunuz? Bu cümleyi okuduktan sonra ben de kendi kendime düşündüm. “Evet,” dedim. “Sanırım ben de öyleyim. Düşününce, fantezi eserler yazdım ve geleneksel bir yayıneviyle eserimi yayımlamak için anlaşamadım bile. Öyküler yazdım ne bir dergi ne de bir gazete öykülerimi yayımlamak istedi.”
Elbette böyle uzun uzun kendi içimde konuşmadım ama düşününce kafanızdan geçenlerin sınırı yok. O zamana kadar yaşadığınız zorlukları düşünüyorsunuz, acaba yazdıklarımda mı bir sorun var diyorsunuz. Yine de belli bir kesimin hoşuna giden şey herkesin hoşuna gitmek zorunda değil. Bir sanat yaptığınızda ya toplumun her kesimine ya da kesimine hitap etmek istersiniz. Yazmak da öyledir. Bir safınız yoktur, nerede duracağınıza siz karar veremeyebilirsiniz. Sizin yazdıklarınız herkes için ideal olmayabilir ya da yazdıklarınızı herkes anlamayabilir. O zaman herkesin anlayabileceği şekilde yazmaya çalışırsınız. Peki, böyle olunca herkese hitap eden bir eser mi ortaya çıkarmak istersiniz? Brokoli sevmeyen birisine zorla brokoli yediremezsiniz. Yararlı olduğunu defaatle anlatsanız bile.
Bu yazıyı yazdığım hafta, hukuki bir terim olarak, iş akdimize son verilip firmamızın kapanmasıyla, kendimi daha fazla yazmaya adarım dedim. Yine de bu süreçte yazma yeteneğimle (!) para kazanabileceğim bir başka işe girsem fena olmaz diye de düşünmüyor değilim.
Hâlâ öyküler yazıyorum. İlk kez geçenlerde bu öykülerimi, İngilizce öğretmeni bir arkadaşım vesilesiyle İngilizceye edebi olarak çevirip çeşitli dergilere gönderme fikri geldi aklıma. Biliyorsunuz, yurtdışında öykü göndereceğiniz zaman yazdıklarınız karşılığında kelime başına ücret alabiliyorsunuz. Bu iyi bir şey, ben yeni öyküler yazmaya devam ederken arkadaşım için bir gelir kapısı olacak. EFT ve vergi masrafları da çıktıktan sonra bize kalan geçimimize yetmeyebilir, zira yazdığınız eseri kelimesi çok olsun da çok kazanayım diye yazarsanız bir değeri kalmaz. Keşke Türkiye’de de buna benzer çalışmalar olsa. Yine de Türkiye’deki yayınları anlıyorum. Öykü bölümleri her yazara açıktır, ama seçili içerikler yayımlanır, üstelik para kazanmazsınız. İsminiz duyulur, ki bu da iyidir.
Yukarıda kelimesi çok olsun da çok kazanayım diye öykü yazamazsınız dedim ya. Öyküde anlatmak istediğinizi anlatırken birkaç kelimeyle bile anlatmanız da gerekir. Yayınların öykü taban ve tavan kelime sınırı vardır ama şimdilik bunu bir kenara bırakalım. Hani Ernest Hemingway’in o meşhur öyküsü var ya; “Satılık: bebek ayakkabıları, hiç giyilmemiş.” Hayat da böyle. “Kiralık; yetenek, az kullanılmış.” Bu bir öykünme örneğidir bu arada. İçerik yazarlığı konusunda kendime güveniyorum, yazdıklarımın bu alanda uzman arayan kişileri de ikna etmesi gerekiyor. Bir içerik yazarı olduğunuzu edebi akımınız, dilbilgisini kullanış biçiminiz ve anlatmak istediğinizi en sade ve vurucu şekilde anlatmanız gerekiyor. Belki de geçmişte senaryo, kitap ve onlarca öykü yazmanız pek bir şey ifade etmiyordur diye düşündüğüm de oldu. Keşke günümüzde yerli yazarların elinden daha sık tutulsa da diyorum. Bunu yapan yayınevleri var ama denk gelmesi güç belki de. Siz eserinizi gönderiyorsunuz ama binlercesi arasında belki de kayboluyor. Ne garip değil mi? İstiklal Caddesi’nde binlerce insanın arasında yürürken hayatınızın aşkını bulmak gibi bir şey olsa gerek.
İşte Kitapların İyileştirme Gücü insanda böyle bir takım duyguların açığa çıkmasıyla, kendisini yazmaya yönlendirmesine de sebep oluyor. Eğer okumaktan keyif alıyorsanız, güvenin bana, yazmaktan da keyif alırsınız. Okurken bir birikim elde edersiniz, hiç tahmin etmediğiniz yetenekleriniz ortaya çıkar. İşte bunu heba etmek yerine birkaç cümle de olsa yazmaya başladıktan sonra, tıpkı okumak gibi, devamını getirmek istersiniz.
Kısacası, kitapları okuyunuz. Kitaplar size zarar vermez, aksine sizi güçlendirir; hem hayat karşısında hem de kendinizi ifade ederken size dayanak sağlar. Elbette uçarı kitaplar dışında… Ne demek istediğimi anladınız. Onları okuyun diyemem ama okumanın büyüsünün sizi de kucaklamasına izin verin.
Bugünün müzisyeni Olivia Belli idi. Intermundia albümünü tavsiye ederim.